26 Temmuz 2009 Pazar

Günün Üzerine...


Bugünlerde hep bir arbade var içimde. Hayat ne kadar rutinse içim o kadar kaos. Canımı sıkmayan neredeyse hiçbir şey ve hiç kimse yok gibi. Hiçbir şeye konsantre olamıyor, hiçbir şeye karar veremiyorum, hiçbir şeyden istediğim kadar zevk alamıyorum...

Her zamankinden çok ölümü düşünüyorum ama eskisi kadar Hayatı Veren'den korkmuyorum. Herşey kendi ekseninde dönerken ben neyin etrafında dönüyorum anlamadım gitti. Bindik bir alamet gidiyoruz kıyamete hesabı bir durumdayım.

Beni heyecanladıran şeylerin peşinden gitmem gerekirken beni korkutan şeyleri arkama almış birbirinin aynısı olan günler yaşıyorum. Huzuru arıyorum ve nasıl bulacağımı bilirken bir türlü elde edemiyorum.

Hayattan birşey istemem lazım ki; birşeyler renk katsın rutinime ama hiçbir şey istemiyorum.

Lanetlendim mi nedir?

21 Temmuz 2009 Salı

Hayattaki "En"lerim


En paha biçilmez şey; SAĞLIK

En vazgeçilmez şey: ÖZGÜRLÜK

En bağımlılık yaratan şey; HİÇBİRŞEY

En güzel şey; iNANMAK

En büyük lütuf; ÖLÜM

En büyük meziyet; UNUTABİLMEK

En çirkin şey: KİN

En zor şey; İRADE

En kolay şey; TEMBELLİK

En zevkli şey; ÖĞRENMEK

En iğrenç şey; ŞEHVET

En gerekli şey; PARA

En gereksiz şey; HIRS

En büyük zaaf; KORKU

En büyük zenginlik; ŞUUR

En önemli şey; AİLE

En korkunç şey; HAYAL KIRIKLIĞI

En şaşırtıcı şey; CEHALET

En büyük mutluluk; BAŞARI

En gerekli erdem; TEFEKKÜR

En berbat şey; PİSLİK

En acayip şey; RUTİN


En muallak şey; KABİR

En bilinmez şey; AHİRET

En herkese lazım şey; EMPATİ

8 Temmuz 2009 Çarşamba

J'ai été à Paris




Evet gördüm Paris'i de gördüm. Her ne kadar gezilecek ve görülecek yerler listemde bulunmasa da kardeşime verdiğim sözün gereği olarak Paris'e de gitmiş bulundum.


Aslında beklentilerimin ötesinde güzel bir şehirler karşılaştım. Tipik bir Batı Avrupa şehri ama çok büyük ve harika planlanmış bir şehir. Resmen turizm merkezi olması için ilmek ilmek dokunmuş. Çok az şehrin bir tarzı vardır ve Paris gerçekten tarzı olan bir şehir. Binaları özellikle hoşuma gitti. Tek düze yapılar ama ayrıntılarda farklılaşmışlar. Dışarıdan bakınca anlamak zor olan ayrıntılar... Balkonsuz evler ya da daha doğrusu Fransız balkonlu evler. Dümdüz ve geniş caddeler. Her köşe başında bulunan cafe ler.


Temiz bir şehir değil Paris. Hijyen ise kesinlikle Fransızlar için bir öncelik değil. Bir hayvan ile bir Fransız arasında hijyenik anlamda bir fark yok bence. Ama ulaşım şahane. Metrolarına ve otobüs hatlarına bayıldım. Her yere rahatlıkla metro ile gidilebilir. 500 metre de bir metro durağı var. Tabii içeri girince kayıp olmazsanız istediğiniz yere gidebilirsiniz orası da ayrı bir konu. Sanırım yerin üstündeki kadar altında da zaman geçirdik. Fiyatlar ise çılgın. Metro 1.60€. Aktarmalar ücretsiz ama yine de pahalı. Fakt metro en pahalı şey değil.

En pahalı şeyse su. En ucuz su 1.50€ dan başlıyor. Tabii içebilirseniz. Adamlarda market denen hadise çok az. Her şey turistik olduğundan fiyatlarda turistik! Market yok dedim ama bakkal var sanmayın. Merkezde bakkalda çok az var. Şehrin az dışında biraz daha sık bakkal bulmak mümkün ama fiyatlar çok eğlenceli. Bakkalı bulduğunuza bulacağınıza pişman olabilirsiniz. En ucuz şey taksi. İnanması zor ama taksiler binilebilir ve kesinlikle sizi dolandırmazlar.


Fakat Paris’te en çok ne hoşuma gitti diye soranlara verdiğim tek cevap var. Eiffel, Louver ya da Orsay değil. Şehrin muazzam güvenliği !! Harika bir güvenlik var. Turist sayısı şehrin nüfusundan fazla olunca sanırım bu bir gereklilik ama yine de insanlar gece 1’de rahatlıkla sokaklarda dolaşabiliyorlar. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor.


En gıcık olduğum ise hiçbir uyarının, ilanın ya da yönergenin İngilizcelerinin olmaması. Barselona ve Roma’da turistik şehirlerdi ve orada her şeyin İngilizcesi rahatlıkla bulunabiliyordu. Paris’te ise müzelerde bile İngilizce açıklama yok. Mağazadaki satıcılar bile İngilizce konuşmuyorlar. Resmen bu konuda bir mütabakat var gibi. Nefret ettim resmen. Biraz kasınca Fransızca ve İngilizcenin aynı kökenden gelmesinin avantajlarını zaman zaman kullandım ama hakikaten sinir bozucu bir olaydı.


200 yüzyıl önce kasabadan biraz büyük bir şehrin bu kadar kısa sürede 35 milyon yıllık ziyaretçi çeken bir yer olması çok şaşırtıcı bir ayrıntıydı benim açımdan. Louver ya da Eiffel ile ilgili olarak zaten google da milyon tane şey var. Ondan buraya izlenimlerimi aktarma gereği duymuyorum.
Yalnız Paris’i karış karış dolaştım. Daha doğrusu şehir merkezini dolaştım ve bu dolaşmalarımın çoğunu yürüyerek yaptım. Bunun sonucunda ayaklarım şişti. Sanırım bir daha ki sefere bir yeri bu kadar çok yürüyerek dolaşmayacağım. Yorulduğumu ancak akşam otele gidince anladığımdan 3 günün sonunda pestil olmuş buldum kendimi.

Hoş bir rastlantı da Fransa'da ilan edilen "Türk Mevsimi" dolayısıyla Eifell de ki Mercan Dede ve Anadolu Ateş'inin gösterilerine rastlamış olmamızdı.

Herşeye rağmen tecrübe edilmesi gereken bir şehir olarak aklımda yer etti…