27 Haziran 2008 Cuma

Blogçu


Git gide bir blogçu olma yolundayım. İçimde sık sık birşeyleri bloga yazma dürtüsü uyanıyor. Hani, çok tembel birisi olmasan her haltı buraya yazacam ama yazmaya üşenirken yazıcağım şeyi unutuyorum. Sonra, bir pişmanlık hissi ile beraber "tühhh keşke yazsaydım" diyorum.

Yine de güzel bir hadise bu blog olayı. Tabii, keşke daha güzel bir üslubum olsa ve sıradan hayatımı "acayip birşey"miş gibi kayıtlara geçsem ya da enteresan bir hayatım olsa ne yazsam ilginç olabilse. Maalesef öyle bir durumum yok. Sıradan, gayet rutin ve sakin bir hayatım var. Süper heyecanlı bir olayla da çok nadiren karşılaşıyorum ve bundan itiraf etmeliyim ki memnunum. Adrenalin bana iyi gelen bir duygu değil. Tek sevdiğim adrenalin maçlarda duyduğum adrenalin. Gerisi yıpratıcı bir duygu.

Blogun en güzel tarafı birkaç ay sonra tekrar yazdıklarımı okuduğumda kendimdeki değişimi izleme fırsatı. Hafif narsist biri olarak blogun bu olayı güzel bir özellik.

25 Haziran 2008 Çarşamba

Keşke...


Keşke hiçbir şeyden korkmasam !
Keşke hiç pişmanlıklarım olmasa !
Keşke yarın ölecek ve hesap verecek gibi yaşasam !
Keşke gittiğimde beni özleyecek insanlarım olsa !
Keşke gittiklerinde özleyeceğim insanlarım olsa !
Keşke geçmişte değil gelecekte yaşasam !
Keşke konuştuğumda insanlar anlasa !
Keşke anlattıklarım bu kadar kırıcı olmasa !
Keşke insanları anlayabilsem !
Keşke insanlara kırılmasam !
Keşke bu kadar rutinlere takılmasam !
Keşke hayatı sonsuzmuş gibi zannetmesem !
Keşke büyük amaçların küçük bile olsa bir parçası olsam !
Keşke bu kadar rahatıma düşkün olmasam !
Keşke korkularımdan büyük heyecanlarım olsa !
Keşke elimdekilerin kıymetini bilsem !
Keşke ihtiyacım olmayan şeyleri istemekten vazgeçebilsem !
Keşke hiçbir şeyi gözümde büyütmesem !
Keşke düşündüğü gibi hisseden, hissettiği gibi inanan ve inandığı gibi yaşayan biri olsam !
Keşke mutluluğa inansam !
Keşke hayat bu kadar kısa ama bir o kadar da uzun olmasa !

20 Haziran 2008 Cuma

Yok Artık !!

Düzenli blog tutan bir çok kişi gibi bende birşeyler yazıcam Euro2008 de Türkiye'ye dair. Kendimi tuttum birşey yazmayayım diye ama mümkün değil.

Yaaa bunca yıldır futbol ile ilgilenirim. 1990 dan beri tüm dünya kupalarını 1992 den beri de tüm Avrupa Şampiyonalarını izledim. Bir sürü süpriz takım çıkar ilginç başarılar elde ederler. Ama Türkiye gibisini hiç görmedim hiç duymadım. Hiç taktik, teknik, strateji bilmem nesi olmadan yarı finale çıktı takım. Hele çeyrek final maçında boş kaleye rakip öle bir gol kaçırdı ki artık "yuhhh" dedim. Zira o pozisyon gol olmadıktan sonra Yüce gücün yanımızda olduğunu anladım. Gerçi 119. dakikada golü yiyince bir an şüphelendim ama 120+2 de alâkaya maydonoz gol olunca "heeh şimdi oldu" diye düşündüm.

Her neyse, 2001'de okul kantininde arkadaşlarımla oturmuş toplu halde dua ediyoruz. Duamızın konusu "Allah'ım bize ömrümüzde hiç olmazsa birkez dünya kupası göster".O dönemde hiç kimse dünya kupası yaşamamış :) İçimizde mübarek olanlar varmış ki, Allah duayı kabul etti ve 2002 de dünya kupası gördük. Hatta yarı final oynadık. Bu bir rüya idi. Zaten ondan sonra ki 2 büyük organizasyona katılamayarak bunun rüya veya tesadüf olduğunu ispatlamıştı ki, bu sefer 2008 oynuyoruz. Hem de yarı finale kaldık.

Şimdi tekrar konumuza dönersek, 6 yıl aradan sonra yine yarı final oynuyoruz. Artık tahmin falan yürütmenin manasızlığını bildiğimden sadece maç saatini beklemeye koyulacağım :) Ama 2008 yazı unutulmaz bir futbol yazı oldu.

Bu arada millet dışarıda "şehitler ölmez vatan bölünmez" diye nâra atıyor. Ne alâka?

Biri bana deseydiki bu turnuvada yarı final oyanaycaksınız, ben ona en kibar ifade ile "yok artık" derdim. Nitekim, oy verdiğim anketlerde hep Türkiye ye grup 3. lüğü vermiştim. Ama ne mutluyum ki yanıldım.

OLEYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYY

Tatil Planlarım Falan Filan...



Bende genel trende uygun olarak kendi tatil planı ya da daha doğru bir tabirle tatil hayallerimden bahsedeceğim. Bir yıl sonra tekrar bu blogumu okuduğumda ne tür bir değişiklik olacağını merak ediyorum.
Öncelikle ben tatilimi blok halinde kullanmaktan hoşlanan biri değilim. Yani, tm iznimi alıp tek yerde harcamadım şu ana kadar. Ondan dolayı hep küçük aralıklarla iznimi kullanmayı seviyorum. Burdan hareketle asla yapmayacağım tatil cinslerinden başlamak istiyorum:

1- Köy, yayla, mera, ova vb yerlere gitmem.
2- Aile, akraba, taallukat ziyaretlerine 1 hafta-10 gün ayırmam.
3- Malak gibi güneşlenmek ve hominimi gırtlak açık büfe ortamları olan tatil köylerine gitmem.
4- Yazlık konsepti olan ortamlara da uğramam. Zaten bizim ailenin yazlığıda yok :P
5- Yurt içi tur gezilerine gitmem.




Şimdi de ideal tatil anlayışımından bahsedeyim de kayıtlara geçsin:




1- Yurtdışında daha önce gitmediğim bir kültür şehrine gitmek. En ideali ama en pahalısı :(
2- Yurtdışında herhangi bir yere gitmek. Bu opsiyon genelde yakın ve tur ile gidilebilecek yerleri kapsıyor.
3- Yurt içinde arkadaşlarımla araba kiralamak ve tur düzenlemek.
4- Bir sürü kitap ve film ayarlayıp evde bol miktar uykunun eşliğinde pineklemek. (Bu opsiyon bilgisayar oynamayı da içermekte.)

Peki bu yaz nasıl bir tatil olacak? Şimdilik en büyük hayalim bütçe ayarlıyabilmem durumunda Dubai'ye gitmek. Çok merak ettiğim bir yer. Kültür merkezi değil belki ama egzotik bir yer olarak algılıyorum ve merak ediyorum. İşin güzel tarafı, yaz ayları çok sıcak olduğu için biletler de ucuz oluyor :) Biraz kavrulmayı göze alıcam artık.

Alternatif ise, bir hafta sonu ya da 3-4 gün Prag. Bu opsiyonda kafa dengi bir arkadaşımı ayarlamam lazım zirâ tek başına gitmek genelde kötü bir fikir. Bunun için gereken bütçe herhangi bir tatil köyüne gitmek için gereken bütçe ile aynı. Antalya da bir hafta malak olacağıma Prag daha çekici görünüyor.

Tatilimin ilk bölümünü yukardaki ihtimalden birini değerlendirerek geçirmek istiyorum ama en az bir hafta evde pineklemek de tatilimin ikinci bölümü için vazgeçilmez bir şey. Zirâ, bir gün sabahtan akşama kadar 3-4 film izlemek ya da bir tane macera romanını 2 gün gece gündüz okuyup adetâ içinde yaşamak bana çok cazip geliyor. Tembelliğime de en uygun tatil konsepti bu :)

18 Haziran 2008 Çarşamba

Tarafsız Bölge


Lise yıllarımdan beri televizyondaki tartışma programlarını izlerim. Bazılarını düzenli olarak takip ederdim. Gerçi son dönemlerde o kadar sıkı bir takibim söz konusu olmuyor zira, internetten nerdeye tüm gazetelerine arşivleri ile beraber ulaşabiliyorum. İzlediğim çoğu şey sadece tekrar oluyor benim için.

Bununla beraber son birkaç haftadır, Ahmet Hakan'ın sunduğu "Tarafsız Bölge" adlı programı izliyorum. Ahmet Hakan'ın enteresan geçmişi ve üslubu var. Pek tasvip etmediğim görüşleri de olduğunu ilâve etmeliyim ama yine de renkli bir kişilik kanımca. Sunduğu programı da gayet adil şekilde yönettiğini söylemem gerekiyor. Ayrıca, seçtiği konukların miksinide iyi yapıyor. Mümkün olan her görüşten insanı programına davet ediyor ve davet ettikleri kişiler polemik üstâdlarından ziyade gerçek aydınlar. En azından izlediğim bir kaç programda konukların dialogları ve birbirleri ile olan fikir ayrılıklarını ifade ediş tarzını beğendim.

Konularını ise gündemin üst sıralarında yer alan konulardan seçiyor. Bu da çoğu yüzeysel ele alınan konulara derinlik kazandırmak için güzel bir fırsat yaratıyor.

Sonuç olarak izlemeye devame etmeyi düşünüyorum.

16 Haziran 2008 Pazartesi

Ahh Şu Çerkezler


Ben safkan bir çerkezim. Annemden intikal eden dilde çerkezceydi. "-di li" geçmiş zaman kullanıyorum zira kullanmaya kullanmaya unutmak üzereyim dilimi. Ben küçükken evimizde hiç türkçe konuşulmazdı. Özellikle dedem ve babaannemlerin türkçeleri çok zayıftı. Gerçi ben hiç bir zaman akıcı çerkezce konuşamadım ama rahatlıkla herşeyi anlayan ve iletişim kurabilen biriydim. Okula başladıktan sonra giderek daha az çerkezceye ihtiyaç duyar hale geldim ve annem ile babamla dahi türkçe konuşur olduk. Dikkat ediyorumda annem ile babam bile artık birbirleri ile türkçe konuşuyor.
Bunları yazarken aslında en ufak bir üzüntü de duymuyorum. Her türlü milliyetçiliğe ve faşist eğilime uzağım. Dedemin babasının zorla koparıldıkları topraklarda değil de bu topraklarda doğdum. Kimsenin yardım etmediği ve kaderine terk edilmiş halkıma burası kucak açtı. Kendisi de iyi olmadığı bir dönemde (1860 lar) sığınma hakkı verdi. Bu ülkenin bana verebileceği en iyi eğitimlerden birini aldım. Vergimi bu ülkeye ödemekten ve bu ülkenin pasoportunu (Her ne kadar işe yaramaz ve vize gerektiren pasaportta olsa) taşımaktan gurur duyuyorum. Bu ülkenin ordusuna hizmet etmekten de hiç bir beis görmüyorum. Kendimi hiçbir şekilde diasporoda da hissetmiyorum. Büyük bir medeniyetin sahibi olan bir toplumun parçası olmak hiç de gocunulacak birşey değil benim için.

Bunları söyleyen biri olarak bir azınlığın parçası olmak ne kadar zordur tahmin bile edemezsiniz. Kendini sürekli topraklarında yaşadıkları insanlardan farklı gören bir toplumdur çerkezler. Her zaman "biz" ve "onlar" diye bir ayrım vardır. Küçüklüğümden beri bu bana aşılandı. "Biz çerkeziz" "Bizim şöyle bir adetimiz var" "Bizim böyle bir göreneğimiz var" falan filan. Sorgulamak hiç aklıma gelmezdi küçükken. Anne baba ne diyorsa doğrudur nasılsa. Tıpkı insanların dinlerini anne babalarından otomatik olarak almaları gibi adet ve göreneklerini de otomatik alıyorlar. Ama ben böyle bir insan değilim. Yani, hayatın "random" olarak bana verdiklerini sorgulamadan kabul edecek biri değilim. Müslümanlık benim için nasıl bir seçim ise ve ben bunu araştırıp gerçekten ikna olduğum için benimsemişsem, genetik olarak bağlı olduğum insanların gelenek olarak bağlı olup olmamakta benim için tercih meselesidir.

Peki, bu açıklamayı kaç kişiye yapabiliyorum çevremden? HİÇ. Bir keresinde okumuş yazmış kelli felli bir çerkez abimiz konuşma esnasında "ölürsem beni vatanıma gömsünler" demişti. Vatandan kastettiği ise hiç gidip görmediği Kafkasya. Tabii ben de "yuhhh artık" diye tepkimi koymuştum. İşin daha komedi yanı bu konuşmayı bile türkçe yaptık. Yani birbirimizle çerkezce anlaşamıyoruz :)

Kendi hayatımın kontrolünü elime aldığıman beri her türlü etnik milliyetçi kültürel aktivitelerden uzak durdum. Mecburen gitmek zorunda olduğum düğünleri saymazsak sosyal aktivitelerimi de sıfırladım. Çünkü bu ortamlarda ki şuursuzluğa ve garip milliyetçi havaya katlanamıyorum. Dün gece bir gösteriye davetliydik. Çerkez derneklerinden birinin organizesi ile yapılmış konser ve dans gösterisi idi. Çok etkileyici bir performans vardı sahnede. Ama yine o nefret ettiğim şeyi yaptılar. Aralarda küçük slaytlar ve sunumlarla çerkez milletinin yüksek ahlakı, cesareti ve özellikleri vs. övüldü. Bunu yapmasalardı şaşardım zaten. Sonra koridorlarda "ne olacak bu çerkezlerin hali" geyikleri döndü. Kafkaslardakileri Ruslar asimile ediyor burada kilerde kendiliklerinden asimile oluyormuş falan filan...Asimile olmak ne iğrenç bir tabir? Tiksindim resmen. İnsanların kendilerini içinde yaşadıkları toplumdan farklı görme gayretini de anlamakta zorlandım tekrardan. Yine sinir katsayılarım arttı. Kedime kızdım bu ortama girdiğim için. Ama bazen yapacak birşey olmuyor.

Yurtdışına çıktığınızda aynı geyikleri Türkler için yapan dernekler görürsünüz. Onlardan da hoşlanmıyorum ve hiç bir zaman parçası olmadım. Milliyetçilik bu topraklardaki insanların başlarındaki en büyük beladır. Türkleri gittikleri yerde 2.sınıf vatandaş olarak hala gettolarda yaşamaya mecbur bırakanda bu zihniyettir. Ülkeni sevmek ile milliyetçi olmak anı şeyler değildir. Bunu anlamayanlar soydaşım bile olsa kınarım. Bizi bu topraklarda ortak tarihimiz beraber yaşamaya itmiştir. Genetik olarak farklılıklarımız 200 yıl önce önemli değildi şimdi de olmamalı. Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur.

Asimilasyon vardır doğrudur ama bu asimilasyon tüm dünyada Amerikanlaşma yüzünden olmaktadır ve tek tip yaşam tarzını dayatan hegomonyanın ürünüdür. Geri kalan yönlerimiz ile birbirimizden ayrılamayacak kadar benzeşmiş durumdayız. Tabii ki, rutin hayatımızda anânevi farklılarımız, damak tadlarımız ve hayat bakış farklılıklarımız olacaktır. Ama bu da olmasa işin zevki nerede kalır ki?

İşin özeti, ben daha çok ızdırap çekicek gibi görünüyorum bu konuda. Ama yine komik birşey, bu kadar milliyetçiliğin olduğu bir ortamda bile Türkiye'nin 3-2 lik Çek zaferi inanılmaz bir sevinçle karşılandı. İnsanlar çılgına döndü. Bu bile aslında bu toplumun nasıl ayrılmaz bir parçası olduğumuzun göstergesi.

İyi ve kötü yönleri olsa da bir kısım çerkezler kabul etmeseler de biz diasporada değil kendi vatanımızda yaşıyoruz.

13 Haziran 2008 Cuma

Musiki


En sonunda bloguma müzik ekliyebildim. Amma zormuş bu iş yaw. Sinir bastı yapana kadar.

Gerçi direkt playlist eklesem birkaç dakikalık iş ama tek bir şarkıyı auto play yapmak ömrümü yedi :)

Herneyse başardım ve mutluyum.

12 Haziran 2008 Perşembe

Vicdan Azabı


Büyük şehirde yaşamanın insanı insanlıktan çıkardığını düşünürüm her zaman. Doğma büyüme İstanbulluyum ama yine de özeleştiri yapmakta mahzur görmüyorum.
Dün akşam yolda yürürken yanıma yaklaşan ve tipi itibari ile hiç güven telkin etmeyen bir genç bana "bir şey söyleyebilir miyim?" dedi. Sanırım bir ayakkabıcı boyacısıydı ya da sokak çocuğu. Benim cevabımda otomatik olarak "söyleme !" demek oldu ve yoluma devam ettim. Ama bütün akşam bu olayı düşündüm. Aslında bu tür olaylar sık sık oluyor. Her zaman, dilenen veya biraz para isteyen biri sizi yolunuzdan çevirebiliyor. Alışkın olmam gerek bunlara. Ama alışamıyorum işte.
İtiraf ediyorum. Gençten korktum. Korkmamın sebebi çocuğun kendisi ve görüntüsü değildi. Yanında bulunan diğer bir gençti. İki kişi olmalarından ürktüm. Ama durup en azından ne söyleyeceğini dinleyemez miydim? Bu şekilde davranarak onu daha fazla çözümsüzlüğe itmedim mi ve kendini daha da değersiz hissettirmedim mi? Bir kaç lira vererek en azından o öğünlük açlığını dindiremez miydim? Ya da belki de para istemeyecekti. Sadece bir adres soracaktı ya da basitçe saati merak etmiş olamaz mı?
Büyük şehir ile ne alâkası var bunların peki? Alâkası aslında gayet basit. O kadar çok şey görüyor ve duyuyorsunuz ki hergün, artık kime nasıl güveneceğinizi tartamaz oluyor ve kendi kabuğunuza çekiliyorsunuz. Bu bir nefsi müdâfa mı yoksa duyarsızlık mı? Ben duyarsızlık olarak adlandırıyorum ama benim gibi bunu duyarsızlık olarak değerlendirenlerin iyi niyetlerinin bedellerini bazen malları bazen de canları ile ödemelerine ne demeliyim. Kafam kazan gibi oldu. Bir otokritik ve vicdan muhasebesiydi bu yaptığım. Maalesef, yine cevap bulamadım. Bir daha ki sefer biliyorum ki, korkularım vicdanım önüne yine geçecek ve yine yoluma devam edeceğim.
Peki, eğer herkes benim gibi düşünürse gerçekten biri zorda kalırsa ona nasıl ve kim yardımcı olacak?

9 Haziran 2008 Pazartesi

Acaba Kutumdan Ne Çıkacak?


Bugünlerde içim içime sığmıyor. Bir heyecandır almış başını gidiyor. Enerjik bir dönem geçiriyorum ve hiç bir nedenim olmamasına rağmen herşeye pozitif bir bakış açım var. Bu tür dönemlerden geçerken aslında ben tehlikeli biri oluyorum. Marjinal ve radikal kararlar alıp hayatımın tüm boyutlarını etkileyecek şeyler yapıyorum.

Şimdi de öyle bir karara doğru gittiğimi hissediyorum. Garip olan ise bu kararın ne ile ilgili olacağı ve ne zaman alacağımı bilmemem? En son böyle hissettiğimde uzun sayılabilecek bir süre Türkiye'den uzakta yaşamıştım.

Bu sefer ne olacak acaba?

2 Haziran 2008 Pazartesi

İtiraf



Hani insanın başkalarına söyleyemeyeceği sırları vardır. Sır dediysem utançtan dolayı söyleyememek değil (çok şükür böyle bir sorunum hiç olmadı ve Allah olmasını nasip etmesin) söylediğinde anlaşılamamaktan korktuğu için söyleyememek. Kendisi için çok değerli bir elmas taşın başkalarınca cam parçası olarak algılanmasından korkmak bu.
Benim hiç büyük hırslarım olmadı. Yapmak istediğim birçok şeyin de aslında bana getireceği maddi kazanç ya da sosyal statü ile alakası yoktu. Ben sadece kendi dünya görüşümü anlatmak istedim. Beni dinledikçe benim sahip olduklarımdan faydalanacaklarını umdum. Çünkü, bir sürü ızdırap yaşıyor insanlar. Dert, tasa ve korku içinde ömürleri geçiyor. Bunların nedeni herkes için farklı. Kimisi maddi, kimisi manevi kimisi ise sadece çapsızlık. Hâlbuki, benim hiç böyle endişelerim olmadı. Hayatı hep neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirdim. Ama en önemlisi sonuçları değiştirecek yegâne güce iman ettim. Nasılsa herşeyi yaradan nedenleri ve sonuçları da yaratmadı mı?
Buna rağmen benim için bu kadar basit olan hadise neden diğerleri için bu kadar basit değil? İşte bu noktada da hep şükrediyorum. Bunu anlayabilmiş ve bir miktarda hazmedebilmiş olmak hayatın üstüme yüklediği yükü büyük ölçüde hafifletiyor. Bildik literatürde buna "kadere iman" diyorlar. Ondan benim derdim, tasam ve korkularım çok az.
Dertlerimin, tasalarımın ve korkularımın nedenleri ise birçoklarından farklı. Bazen insanlar diyor ki; "bu olaya nasıl dayanıyorsun?". Ama o bahsettiği şey benim için dayanılan birşey değil ki zaten. Yaşayarak içinden geçip gittiğim birşey sadece. Bazen de birini görüyorum kendinden geçmiş adeta paralıyor kendini. Nedenini anlattığında ise içimde en ufak bir teselli etme dürtüsü uyanmıyor. Hattâ çoğu zaman o kişi için üzülmüyorum bile. Ben, fıtri olarak kendini geliştirme fırsatı olarak değerlendireceğim şeyi, o kişi "neden benim başıma geldi?" şeklinde değerlendiriyor.
Bunları söylerken çok önemli birşeyi kabul etmem gerek. Hayat benim için gerçekten kolay. Zirâ, Allah o kadar çok lütuf vermiş ki bana... Bunların TL, $ veya € cinsinden bir değeri yok belki. Dışarıdan bakanlar için maddi açıdan çok da fazla özenilecek bir hayatım yok. Ama yaşadığım hayatı fıtratıma uygun olarak ve tahammülüm zorlamayacak şekilde yaşamama izin veriyor bana verilenler. Zaten hep şunun için dua ediyorum:

"Allah'ım bana altından kalkamayacağım bir yük yükleme ve bununla beni imtihan etme !"

Bu yaklaşımım ise bir başka halis daire ortaya çıkarıyor. Çünkü, bu şekilde dua etmişken başıma geleceklerden hiçbir şekilde korkmuyorum. Gelmişse altından kalkabileceğim için gelmiştir. Eğer altından kalkabileceksem başıma gelen olsa olsa bir fırsattır. Beni yıkamayan engel beni güçlendirir. Güçlenen ben daha dayanıklı olur.

Peki böyle olmanın ne zararı var? Bazı, zararları var. Çünkü bu yaklaşım çok analitik. Duygu ve tutkudan yoksun. Bu da beni robotlaştırıyor. Beni yakından tanıyanların bana yaptıkları en büyük sitem işte bu. ÇOK DUYGUSUZMUŞUM.

Peki bu yazının neresinde itiraf var?

Ben standard insanlarla aynı frekanslarla algılamıyorum hayatı (Bu bir ukâlalık nidâsı değil. Daha yüksek ve ileri bir frekansı kastetmiyorum asla. Sadece farklı.). Duygu ve düşünce dünyam farklı ve tamamen kendime ait. Büyük işçilikle ilmek ilmek inşaâ ettiğim bir dünya bu. Sanıldığı gibi duygusuz da değilim. Benim de bâm telim var tabii. Düşünce dünyam herkese açık. Paylaştıkça mutlu olduğum fikirlerim, yine paylaştıkça gelişiyor. Ama duygu dünyamı anlatmak mümkün değil. Nasıl hissettiğimi bir tek ben bilebileceğim. İtirafım ise: dünyayı benim gibi algılayan insanların etrafında olmak istiyorum artık. Hep aynı şeylerin peşinde koşan, ufuklara gözlerini dikemeyen miyop ruhların arasında sıkışmaktan bıktım. Düşüncelerimi ve duygularımı anlatmasam da anlayacak insanlar istiyorum.

Çok şey mi istiyorum? Ya da bunları istemek için yanlış zaman mı?