31 Ağustos 2010 Salı

Maybe I am not as smart as I think *


* Belki de düşündüğüm kadar zeki değilimdir

Üniversite hayatımının harcanmışlığı yüzünden IQ'mun sanırım 15-20 puanını heba etmiş durumundayım. Her ne kadar halâ insanların hüsn-ü zann'ı nedeniyle zeki olarak sınıflandırılıyor olsam da ben, benden eksilenin gayet farkındayım.

Teknik zeka konusunda hiç bir daim iddialı olmamakla beraber matematik modelleme ve çözümleme konusunda iyiydim. Tabii bir zamanlar... Şimdilerde sadece eski günlerden hoş bir seda var kulaklarımda. Hey gidi günler :(

Bu durumun birkaç sebebi olabilir ama ben en çok Lamarck'ın "kullanılmayan organlar körelir" teorisini beğeniyorum. O kadar uzun zamandır zekamı zorlayacak işlerden uzağım ki, kullanmamaktan körelmiş olabilir.

Ama daha korkunç bir teorim daha var. Yüzleşmek istemesem de bu da bir ihtimal :

"Ya hiçbir zaman zannetiğim kadar zeki olmamışsam"

Eğer hal bu ise, durumum içler acısı olabilir. 3-5 ÖSYM sınavından aldığım sonuçlarla kendimi bir halt sanıyor olabilir miyim gerçekten?

Belki ...
Edit: Gothe'nin lafına rastladım biraz önce. Bayıldım..."The intelligent man finds almost everything ridiculous the sensible man almost nothing" ... Ben de herşeyle geyik yapabildiğime göre intelligent mı oluyorum? Konumuzla alakalı diye edit ettim :)

27 Ağustos 2010 Cuma

29'a 1 kala ...


Ahann da 29 oldum. Ne etcez şimdi?


29 olan yarın birgün 30 da olur...


depresive mode is on !


Son 2 yıldır bu yaş olayına takmaya başladım. Artık başaramadığım şeyleri başarabilmek için zamanım daralıyor da ondan mı acaba?


İyi ki doğdun dediğinde bunda samimi olan (annem hariç) kimsemin olmamasının da payı vardır belki?


29 yıl yaşayıp da zerre kadar katma değer üretmemiş biri olmaya nasıl dayanabildiğime de şaşırıyorum. Bu da tamamen ayrı bi rkonu zaten. Yuhhh diyorum kendime.

22 Ağustos 2010 Pazar

İftar Vakti


Bu sene Ramazan'da mahsunum. Yalnız geçirdiğim 2. Ramazan bu ama bu sefer ki tam sefillik. Uhrevi ortamdan istediğim gibi yararlanamadığım gibi iftar ve sahur etmenin de angaryadan öte bir anlamı yok.

Zaten nefsime en zor gelen ibadet oruçtu ama iftar işi güzel kılıyordu. Halbuki, şimdi hiç de öyle değil. Yemekleri kendim hazırlamak zorunda olmamın yanında bir de yemek sonrası bulaşıkları yıkama zorunluluğu beni deli ediyor.

12. gün de biterken yine duvarlara attığım çentiklerle şafak sayıyorum. Ha gayret...

19 Ağustos 2010 Perşembe

"Ben" Olmanın Dayanılmaz Zorluğu Üzerine Yeni 1 Yazı


Bu aralar yine kendimle başbaşayım. Bir hezeyana kapılmış gidiyorum. Hani o birbirine benzeyen günlerim vardı ya. Onlar geri geldiler. Bir işe yaramayan ve bir işe yaramadığımı hissettiren o günler.


Bir şekilde rutine saplanıp kalmayı başarıyorum. Bazen rutini sevdiğimi söyleyerek kendimi avutuyorum bazen kendi çapımda radikallikler yaparak rutinimi kırıyorum ama sonuçta dönüp dolaşıp "ben" olmanın o lanet hantallığına geliyor ve yapışıyorum.


Sürekli kendimle bir derdim var. Adını koyamıyorum ama var. Birçok kişi sorunu etrafında arar ve suçu başkasına atarken benim hayatımda ki yegâne suçlu bizatihi kendim. Bir şekilde kendimi "ben" olmaya mahkum ediyorum. "Ben"i değişterecek şeyleri ararken ömrümün 29 yılı geçmişken, muhtemelen hiç bir zaman o şeyleri bulamayacağıma dair kendimi ikna sürecine girdim artık. Bulamayacağım zira, ben ne aradığımı bilmiyorum. Aradığım şeyin ne olduğunu bilmediğimden belki de zaten bulmuş ve hatta kayıp etmiş olduğumu da bilmiyorum.


Saçma sapan bir döngü bu. Kuyruğunu kovalayan kafesteki fare gibiyim....

10 Ağustos 2010 Salı

Bursa'da Zaman




Bursa'lı olalı bugün itibari ile 2 ay oluyor. Son 2 aydır anladığım tek şey ise, bu şehri gerçekten çok sevdiğim oldu. İstanbul'dan küçük bir şehir ama İstabul'un sahip olduğu herşeye sahip. Hatta yeşil alan itibari ile fazlası var.

Hayatımı ise rutine bağladım bile. Ev yerleştirmek bir dertti ama ilk birkaç hafta sonrasında artık tamamen yerleştim ve hatta alıştım sayılabilir. İşden eve bir hayatım var...Zaten İstanbul'da da farklı bir hayat değildi benimkisi. Ondan dolayı bu değişikliğin sosyal boyutu çok zorlamadı beni. Aynı antisosyal varlığım neticede.

Merkeze yakın bir yerde oturma konusunda aldığım kararın ise hergeçen ne kadar doğru olduğunu görmek içimi biraz daha rahatlatıyor. Uzunca bir süre daha buralarda oturmamam için bir neden görmüyorum. Zaten, taşınma fikri beni dehşete düşürüyor. Feci zor bir olaymış.

Peki Bursa' da beni cezbediyor? Sanırım buranın sahip olduğu ruh. Birçok yerden nefret etmemin sebebi olan ruhsuzluktan burada eser yok. Kurucu ruhun izlerini herşeye rağmen taşıyor. Her ne kadar, sanayileşme ve göç şehrin dokusunu yoketme konusunda iyi bir iş çıkarmış da olsa hala umut var. Bursa, İstanbul gibi tamamen yok olmayabilir.

Sokağa her çıktığımda, önünden geçtiğim her cumbalı ev, her çeşme, her hamam ve cami kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Hani o hep vurgu yaptığım bize ait ruhun esintileri benim de ruhumu okşuyor. İstanbul muhteşem bir yer. Güzellikleri ile kıyas kabul etmez bir yer. Bursa ise başka bir yer. Ruhu olan, tarzı olan ve hafızasını henüz kayıp etmemiş şehir.




Ne mutluyum ki buradayım...En azından şimdilik