16 Ağustos 2009 Pazar

Aya İrini'de 1 Avuç Türk Musıkişinas


Cuma gecesi rutin hayatımın dışına çıkma imkanını Aya İrini'de bir konsere giderek yakaladım. Bir dostumun önerisi ile Büyükşehir Belediye'sinin organizasyonu ile yapılan Klasik Türk Müziği kampının gala gösterisi ve küçük bir konserine gittim.


Dünyanın x ülkesinden gelen ve klasik Türk müziği enstrümanlarını kullanmak isteyen bir grup öğrenciye İstanbul Kültür A.Ş'nin sponsor olduğu bir haftada, ilgi duydukları enstrümanlarla ilgili eğitim verilmiş ve sonuçta da küçük bir konser ile hünerlerini sergilemek imkanı yaratılmış. İyi de edilmiş...


Bu konser sadece bir grup öğrencinin kulaklarımızın pasını silmek için yaptığı bir çalışma değildi. Benim algılamam Türk emperyal iddiasının tekrar canlandığının ilanına dairdi. Zira, dünyayı var olduğundan beri şekillendiren ama 200 yüzyıldır içine kapanan ve gerileyen, bu çerçevede yok edilemediyse de görmezden gelinen bir kültürün canlanma emareleri vardı. Aksi takdirde bir iddiası olmayan bir kültürün gidipte x ülkeden öğrenci bulup ona çalgılarını tanıtmak derdi olmazdı. Determinist yaklaşım bunu gerektirir :)


Tabii, konser atmosferi çok ilginçti. Aya İrini özü itibari ile Türk kültürünü ne kadar yansıtıyor diye tartışılabilir. Koskocaman bir haç işaretinin altında kanun, ud, kemençe dinlemek oldukça garipti. Ayrıca ibadet edilmese de o amaca hizmeti gaye edilmiş bir ortamın kültürel de olsa bu tür bir organizasyona ev sahibi olmamasının gerektiğine inanıyorum. Yarın birgün Balkanlarda ki bir cami de de aynı organizasyonu Sırplar, Macarlar ya da Yunanlılar yaparsa ne deriz?


Organizasyonda benim bile gözüme çarpan amatörlüklere de değinilebilir. Daha iyi bir lansman, daha iyi bir sunucu ve ya da kareografi de yapılabilirdi !


Ama herşey bir yana artık kendine güvenen bir grup insanın iddialarını hayata geçirdiğini görmem gelecek için içime umut doldurdu. Aslında pası silinen kulaklarım değil içimde ki umuttu. Ben görür müyüm bilmiyorum ama en azından çocukları bu ülkenin tekrar "kodumu oturtan" bir ülke olduğunu göreceğine dair inancım pekişti.


VİRA BİSMİLLAH !

13 Ağustos 2009 Perşembe

Özgürüm, Özgürsün, Özgür… Özgür müyüz acaba?



Bir sürü kavram üzerinde akıl almaz kargaşalıklar yaşayan bir dile sahibiz. Bu karkagaşalıklardan biri de bu özgürlük kavramıdır? Nasıl özgür olunur ve kimler olabilir? Hatta özgürlük nedir? Bu sorulara herkesin vereceği cevap o kadar farklıki…

Aslında özgürlük üzerine bize dayatılan bir kalıp var: istediğini istediğin zaman istediğin şekilde yapmak. Ama bunun genel çerçevesine baktığımda aslında sadece tüketmeyi hedefleyen bir dünya görüşünün idealleştirilmesi olduğunu görüyorum. Özetle ne kadar tüketebilirsen o kadar özgürsün !! (?) Fakat tüketmek için gerekli kaynakları elde etmek adına katlanman gereken modern köleleştirici kapitalist sisteme ne demeli??? Sabahın belli bir saatinde kalkıp belli bir saate kadar ve çoğu zaman bizi mutlu etmeyen ve hatta değer üretemediğimiz işlerde çalışmıyor muyuz? Daha çok tüketebilmek ve aslında ihtiyacımız olmayan şeyleri almak için ömrümüzün yarısını bu sisteme köle olarak harcamanın neresi özgürlük ki?

Kredi kartları reklamlarına baktığında bize mutlu insan figürü sunuluyor. Figürlerin tamamı ihtiyacını(?) parası olmadığı halde alabilen insanlar. Ama sonra o aldıklarının paralarını ödemek adına reel de ki insanların hali nicedir !!!

Ben buna gönüllü kölelik diyorum. Gönüllü olarak köle olmaya da hiç niyetim yok. Herşeye rağmen bu sisteme ve dayattıklarına muhalifim. Her zamanda öyle olacağım. Her ne kadar zaaflarım ve beni cezbeden tüketim kültürü ürünleri varsa da yine de sadece düşünmeden tüketen biri olmamaya gayret ediyorum.

Para kazanmanın en büyük hedef olduğu ya da kazandığın para miktarının yegane başarı kıstası olduğu bir düzene lanet olsun.

Ben yokum !