27 Ocak 2009 Salı

Tek Gözlü Adam Üzerinden Şüküretmek



Dün gece kurstan dönerken biriyle karşılaştım. Adam 50 lili yaşlarında tek gözü aşırı derecede şaşı ve elinde bir seyyar tezgah taşıyan incecik ve zayıf bir adamdı.Bu adamı görünce hayatıma şükretmem için içimde inanılmaz bir dürtü uyandı.

Hani, bana emanet olarak verilen hayat...Hani, hep şikayet ettiğim ve daha iyi olmadığı için öfke dolu olduğum hayat...Hani, daha iyisini yapabileceğimi düşünüp suçluluk duygusuyla huzursuz olduğum hayat...Hani, kendime zehir ettiğim hayat...Hani, şükretmeyi unuttuğum ve bana verilenlerin kıymetimi bilmediğim hayat...

Bu adam bana herşeyi tekrar hatırlattı. Adını bilmiyorum, hayatı hakkında ise sadece izlenimlere sahibim ama gece o saatte hem de otobüsle elinde o tezgahı zar zor taşıyorsa hayatının hiçte kolay olmadığını kolayca tahmin edebildim.

Sonra kendime baktım... Herhangi bir ailenin her hangi bir ferdi olarak doğdum ama birçok kişinin hayalini kurduğu bir üniversiteyi kazandım. Yine, ülkenin şartlarını düşünürsek gayet tatmin edecek bir hayat standardına sahibim. Benden çok daha fazla efor sarfedip benim yarım kadar kazanan insanlar var bu ülkede. Sonra, süper ötesi harikadan iyi muhteşem bir ailem var. Tamam belki babamla sorunlarım var ama o da aslında çok iyi bir insan.

Düşündüm de aslında benim hayatımda kötü olan hiçbir şey yok. Sadece insan olmanın gereği olan hep daha fazlasını isteme ve açgözlülük durumu var. Mesela, neden daha çok param yok, neden dünyaca ünlü bir üniversiteye gidemedim, neden muhteşem bir ilişkim yok falan filan...

O adama teşekkür ediyorum. Benimle paylaştığı 10-15 dk lık zaman dilimi kendimi hapsettiğim karanlıktan biraz olsun çıkmamı sağladı.

...En önemlisi, bana verilenler için bunları verene şükrediyorum...

25 Ocak 2009 Pazar

Trafik Canavarı Aday Adayı


M.S 2004 yılında aldığım ehliyete rağmen araba kullanmak için hiç bir dürtüye sahip olmadım. Yurdum insanları gibi 17.5 yaşında kursa kayıt olup 18 yaşına girer girmez ehliyet alan biri olmadım. Ama CV'de ehliyetin var mı? sorusunun boş kalması şık bir durum arz etmediğinden ehliyet aldım.

Fakat, son zamanlarda o kadar canım sıkkın ki; bir atraksiyon olsun diyerek, 300 ytl ye kıyıp bir hocadan ders aldım. ve....... evet artık bende bu 4 tekerlekli aleti kullanabiliyorum. Tabii, halen acemiyim ama İstanbul gibi zor bir parkurda sürebiliyorum. E-5'e bile çıktım :)

Fark ettiğim en önemli şey, bu araba kullanma hadisesini kafamda çok büyütüyormuşum. Neticede, belli kurallara riayet ve bolca pratik gerktiren bir olay. Hee bir de dikkat...Trafik çokça uyanık (?) ve çakalların cirit attığı bir ortam. Mesela, bütün tek yön yollardan hep araba çıktığını gördü bu bünye.

Ama, sürücülük keyifli birşey değil kesinlikle. Mecbur olmadığım durumlar haricinde de, araba kullanmayı düşünmüyorum. Araba almak bana her zaman çok kötü bir yatırım gibi gelmiştir zaten. Küçük bir şehirde yaşasaydım belki araba sürmek zevkli, almak ise mantıklı olabilirdi ama şimdi bütün taksiler emrimde zaten. Ne diye stres çekeyim :)

Bir de, park yapmak acayip zor bir hadise. Yapanların önünde saygı ile eğiliyorum.

Yalnız dün, hocam dediki "zamanla her insan trafikte sinirküpü olurmuş" ve sinirden kafasını tavana vururmuş. Yaa ben sakin bir insanım. Tamam arada bir panik olabiliyorum ama bu kızdığım için değil tamamen içgüdüsel.

Ne olur bende trafik canavarı olmayayım !!!

21 Ocak 2009 Çarşamba

Avatar


Bu günlerde iş yoğunluğunun düşmesi neticesinde iş yerinde ıvır zıvır şeylere ayıracak zamanım oluyor ve bu ıvır zıvır şeylerin başında Avatar geliyor.

Avatar nedir ki? sorusunu gelecekte kendime sormamak için bir açıklama yapsam iyi olacak. Avatar bir çizgi dizi kahramanı. Bu kahraman antik Hint felsefesinden esinlenilmiş olduğunu zannediyorum zira reenkarne olan bir zat-ı muhterem. Dünya ile ruhlar alemi arası irtibaı sağlayan müthiş güçleri olan bir kahraman.

Antik dönemlerde dünyanın oluştuğu düşünülen 4 temel elementi (Hava, su, toprak ve ateş) de kontrol edip bükebilen biri. Bu çizgi dizi ateş ulusunun diğer uluslara saldırması ile ilgili ve Avatar'ın görevi de bütün elementlerinin bükülmesini öğrenip ateş ulusunu durdurmak.

Yalnız bu animasyonda 2 unsur çok hoşuma gidiyor. İlki, süreklilik arz eden kurgu. Müthiş ayrıntılı öğelerle birleştirilmiş bir konu var. Diğer ise, Katara'yı seslendiren kişi. Kim olduğunu bilmiyorum ama böyle bir sesi olan birine rahatlıkla aşık olabilirim. Hatta oldum bile :S

Neyse şu 2. sezon ortalarındayım ama gayet keyifle izlenilebilen bir çizgi dizi. Bir ara DVD ye aktarayımda ilerde tekrar bakarım çünkü bu klasik olacak bir kalitede yapım.

18 Ocak 2009 Pazar

Sıradanlık Cehenneminde Bir Adam


Lanetler okuyorum kendime. Neden bu kadar basitleştim? diye ! Nedir benim farklı olmamı engelleyen? Neden dünyaya ruhumdan bir parçacık bile serpemiyorum?

Herkese ama en çokta ruhumu şekillendiremeyenlere kızgınım.
Ham bir ruha sahip olmaktan utanç verici ne olabilir? Tabii ki; bunun farkında olmak !!

Nerdeydiniz ben küçükken ve dünya nedir bilmezken? Neden kendimi tanımama yardımcı olmadınız? Neden beni sıradanlık cehennemine hapsettiniz? Neden fark yaratma şansımı elimden aldınız?

Sanki ben anlamayacak mıydım bu dünyaya sadece beslenmek, çiftleşmek ve tüketmek için gelmediğimi? Neden bunu anlayacakken ve sorularım olacağını bilirken beni cevapsızlığa mahkum ettiniz?

Yeteneklerimi niye sivriltmediniz? Neden ülkemdeki +/-70 miyon gibi biri olmama izin verdiniz? Böyle yapacaktınız da niye kafama sıkmadınız? Suçum nedir ki beni sıradanlığa mahkum ederek intikam alıyorsunuz?

Beni sorularımla ve korkularımla başbaşa bırakan sisteme ve onun piyonlarına da lanet olsun.

15 Ocak 2009 Perşembe

Bazen;


Bazen, hayat hızla geçsin istiyorum,
Bazen, hiç bitmesin istiyorum.

Bazen, her mevsim yaz olsun diyorum,
Bazen, en güzeli 4 mevsim diyorum.

Bazen,"herşey çok güzel olacak" gibi oluyor,
Bazen, "kahrolsun bu dünya" oluyor.

Bazen, içimden ağlamak geliyor ,
Bazen, erkekler ağlamaz diyorum.

Bazen, hayallere dalıyorum,
Bazen, gerçeklerden yakamı alamıyorum.

Bazen, isyanlardayım,
Bazen, bir koyundan farksızım.

Bazen, herşeyi değiştireceğime inanıyorum,
Bazen, kendimi değiştirmekten bile acizim.

Bazen, herşeyi seviyorum,
Bazen, herşeyden nefret ediyorum.

Bazen, canımı sıkıyorlar,
Bazen, can sıkan oluyorum.

Bazen, korkularıma yeniliyorum,
Bazen, korkularımı yeniyorum.

ve

Bazen, umutluyum,
Bazen de, ölümüne umutsuz.

13 Ocak 2009 Salı

Parli Italiano?



En sonunda tembelliğimin üstesinden gelerek bir süredir ara verdiğim İtalyanca öğrenme gayretlerime devam etme kararı aldım. Neticede, soluğu Rönesans'tan mı kalmış nedir dandik İtalyan Kültür Binasında aldım.

Bu bina ilginç bir bina. Tarlabaşında merkezi bir yerde lakin İtalyanların parasımı yok yoksa bizim anıtlar kurulu izin vermediğinden mi bilmiyorum 17. yy dan kalma gibi duruyor. 2 kişinin aynı anda yürüyemeyeceği merdivenleri var. Tüm ulaşım aşağı ve yukarı tek yönde gerçekleşiyor. Millet birbirine sürtüyor ve ben bundan nefret eden biriyim. (Fiziksel temas sıfır olsun en güzeli.)

Tabii bir de müthiş bir havalandırma sorunu var. WC lere yakın sınıfların nasıl koktuğunu anlatamam ve o sınıflarda nasıl ders yapıldığını da anlamam.

Sınıflar ise inanılmaz dar. Benim yatak odam kadar bir yerde 15 kişi ders yapıyoruz :) Ama ilginç buluyorum bu ortamı yinede. Sanırım fiyatı rekabetçi yapmak için bu tür bir ortam kullanıyorlar. (tamamen benim teorim)

İtalyanca, daha önce ucundan kıyısından değdiğim diğer diller olan Rusça, Almanca ve Arapça ile kıyaslanırsa çok kolay bir dil ama İngilizceden ise daha zor. Çok güzel bir fonoteği var. Bütün kelimeler sesli harfle bittiğinden normal konuşmalar bile size bağırışma gibi geliyor. Ama yine de dilin şiirselliğini bozmuyor.



Diğer avantajı ise yazıldığı gibi okunan bir dil. Sanırım batı dillerinde bu özelliğe sahip tek dil. Gerçi bununda istisnaları var ama genelde kuralsızlık çok az. Azıcık pratikle hemen kuralları anlaşılabiliyor.

İtalya güzel memleket vesselam. Çok uzun süre kalmamış ve turistik bir atraksiyon gerçekleştirmiş olsamda beğendim doğrusu. Ama insanları için aynı şeyi söyleyemem. Birçok İtalyan tanıyorum. Çeşitli vesilelerle tanıştığım bu insanlarla sayesinde anlamalı bir veri kümesi elde ettim ve ortalama bir İtalyan'ın Türklere çok benzediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Ama maalesef kötü özellikleri yönünden benziyorlar.

Aslında 2 tane İtalya var. Kuzey ve Güney. Kuzey İtalya, bildiğin Avrupa. İsviçre-Avusturya gibi bir hayat tarzları var ve acayip ukala insanlar. Aynı zamanda İtalyan'ın zenginliğini üretenlerde bunlar. Bildiğiniz nerdeyse tüm markalar ve sanayi kuruluşları bunlara ait. Zaten ellerinden gelse Güney ile ayrılırlar. Güney İtalya ise bizim İçanadolu'un deniz görmüş hali. Hala köylü bir toplum. Paso yatış ve tembellik, yüksek suç oranı, işsizlik, 3 kağıtçılık vs...Bilinen mafyalarında Sicilya ve Napoli'li olması da bunun göstergesi. Güneyliler için "Böbreğinizi bile çalabilirler" diyenlerle karşılaştım. Ama Güneyliler İtalyanların göçmen kısmı aynı zamanda. ABD ve Avrupa'ya giden bu fakir Güneyliler olmuş.

İtalyanlar malumunuz müthiş yetenekli tasarımcılar. Savaş helikopterlerinden çoraba kadar İtalyanların tasarımlarını rahatlıkla anlayabilirsiniz. Made in Italy ibaresi dünyanın heryerinde saygı gören bir ibare. Ama bence burda abartı var. Adamlar ülkelerinin iyi reklamını yapmış zira kabul Designed in Italy rakipsiz ama Made in Italy o kadar iyi birşey değil. Made in Turkey birçok imalat için çok daha iyi. Made in Germany ile kıyas bile kabul etmez İtalyan ürünlerinin kalitesi ama tasarımları o kadar iyiki kaliteden fedakarlık yapmak zorunda kalıyoruz.

Neyse, özetle ben İtalyanca öğrenmeye 5. kur itibari ile devam ediyorum. Bakalım öğrenebilecek miyim? Bu tembellikle zor ama göreceğiz.


Eksik...


Eksikliğini hissediyorum;

*** Güçlü bir babanın
*** Akıl danışabileceğim ve saygı duyabileceğim karakter(ler)in
*** Zırvalasamada saçmalasamda beni dinleyecek ve anlayacak dostların
*** İyi vakit geçirebileceğim arkadaşların
*** Bana baktığında parlayan ve hayatıma anlam katan 1 çift gözün
*** Geleceği garanti olmuş bir hayatın
*** Zevkle ve başarıyla yapabileceğim bir işin


Yukarıdakilere bakınca sanırım bana yeni bir "ben" lazım.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Hayaller, Yetenekler ve İnsan

Benim kötü huylarımdan biri, herşeyi kategorize etmemdir. Nesneleri, insanları, davranışları, olayları, duyguları... Kategori edilebilecek herşeyi...

İnsanları birkaç değişik şekilde kategori etmiş biri olarak bugün bu kategorilerimden birine değineceğim.

Bence insanlar;

1- Hayallerine ulaşabilenler,
a) Allah vergisi yeteneğini kullanarak hayallerine bile ulaşabilenler.
b) Kapasitesini sonuna kadar zorlayarak hayallerine ulaşabilenler.

2- Hayalleri olmayan hayatını öylesine yaşayanlar,

3- Hayalleri olan ama bunlara ulaşamayıp heba olanlar,

olarak ayrılırlar.

3 nolu kategori insanlarına kimi zaman LOSER kimi zaman BEDEVİ diye de anlandırabiliriz. Genelde bu tip 2. grupta olmayı yeterli görmeyip 3'e zıplamak istediklerinden başlarına gelen işler neticesinde ya da basitçe kapasiteleri yetmediğinden 3. kategoriye mâhkum olmaktadırlar.

Benim gıpta ile baktığım ise hep 1-a grubu insanlardır. Yeteneği olan ve bu yeteneğine uygun hayali olanlar belkide yeryüzünün en şanslı insanlarıdır. 1-b grubuna ise saygı duyarım ama kasarak birşey elde etmek benim için manasızdır. Bir şeye emek verip sonucunun ne olacağını bilememek bence alınması gereksiz bir risktir.

8 Ocak 2009 Perşembe

Gazze'de Bir Osmanlı Askerinin Not Defteri


“Ne bir dua ne Fatiha isterim sizlerden. İntikam… Ah intikam!..

Geçmeyiniz bizlerden..”

Tam doksan iki yıl önce, bugünlerde İsrail ordusunun kıyımlarını izlediğimiz Gazze'de, dönemin ABD'si olan İngilizlerle savaşan Osmanlı askerleri içinde, kendi deyimiyle “Anadolu'dan kopup gelen” Mehmed Hüseyin Çavuş'un not defterinden çıkan anıların arasında bulunan şiirlerden birinin son dörtlüğü bu.

Sabahın köründe yine harap oldum. Yine kalbim yerinden oynadı ve yine ağladım. Aşağılandığımı hissettim. Bizim olanın elimizden nasıl alındığını bilmek ve aldıkları şeye neler yaptıklarını izlemek çok ağır geldi.

Niye biz böyle olduk? Neden bizim olan şeyleri koruyamayacak kadar küçüldük. Bu zillet nedir? Gazze'yi savunan Mehmetçik bir hiç uğruna mı şehit oldu? Derdi neydi orada kendinin 3 katı sayıdaki İngilizlerle savaşıyordu? Onlar aptal da biz mi akıllıyız?

Moralimi ise sadece küçük bir haber düzeltti. Dış işleri bakanlığı, İsrail dışişleri bakanının ziyaret isteğini reddetmiş. Hele şükür, en azından artık posta koyabiliyoruz.

Bunun bir bedeli olacaktır. Yakında PKK nın azması, büyük şehirlerde bombaların patlatılması, bir kaç politikacı, yazar veya öğretim görevlisine suikastler izleyebiliriz. Ama zilletten kurtulmanın bedeli vardır ve ben bu bedeli ödemeye razıyım. Yeterki artık gözyaşlarım sevindiğim için aksın. (Ölecek olan sen değilsin tabi, konuşması kolay deme! Ben hergün ölmekten ya da zillet içinde yaşamaktansa bir kere ölmeye razıyım)

Mehmetçiği Lübnan'da olduğu gibi Gazze'de de görmek istiyorum. Biz gitmezsek başkaları gidecek ve o başkaları hiçbir şey yapmayacaklar. Srebrenica'da 30 bin Boşnağı, Sırplar keserken bölgeyi koruyan (!) Hollandalı BM askerleri herşey olup biterken tek bir kurşun dahi atmamışlardı. (Ben o insanlardan sağ kalabilenlerle konuştum ve o gün bugündür başka bir insanım) Biz o gün orada yoktuk ve olan oldu. Bizim insanımızdı orada kesilenler. Güneydoğuda ki insanımızdan hiçbir farkı olmayan Türkçe bilen, bizim dinimizden olan, bize hayranlık duyan, bizim yemeklerimizi yiyen insanlardı hepsi. Böyle olduğu içinde hayatlarından oldular.

Sen ne kadar "yurtta sulh cihanda sulh" dersen de, bu iş öyle olmuyor. Senin sadece yüzyıl önce bıraktığın bütün coğrafya ateşler içinde. Emanet olarak bıraktığımız yerlere geri dönüp bu ateşi söndürmemiz lazım. Bizden başka bunu yapabilecek kimse yok.

Artık uyan ve harekete geç !

6 Ocak 2009 Salı

Her Türk Asker Doğar


Biraz önce hayattaki en eski arkadaşımı askere uğurladık. Alelacele olarak askere çağrılan arkadaş ile beraber askere gitmeyen benim jenerasyonumdan tanığım kimse kalmamış oldu.

Her asker uğurlama da yaşanan hödüklükler ve kroluklar olmadı bu sefer. Alelacele bir operasyon olduğundan birliğe teslim için sadece 1 günü vardı ve organizasyon için zaman kalmadı çok şükür. Altı okka ve konvoy olmadı yani :)

Bununla beraber, yol dönüşü ben yine kendi iç dünyama yolculuğa başladım. Bu askerliğin ne kadar gereksiz bir yapılanma olduğundan tut, arkadışımın geçireceği uzun ve zorlu döneme kadar bir çok şey aklıma geldi.

Mutsuzum yine. Bu ülke de olmaktan mutsuzluk duymamın nedenleri tek tek gün yüzüne çıktı. İstemiyorum sevdiklerimin askere gitmesini. Hayatlarında büyük bir boşluk bırakmalarını, döndüklerinde bir sürü gereksiz askerlik anılarının olmasını da istemiyorum.

İşsiz güçsüz bir sürü adam sokaklarda dolaşıyorken bu ülkeye vergi veren, geleceği olan ve devlete dert olmayan adamları niye askere alırlar ki? Alın işsiz güçsüzleri askere, çakallıktan kurtulsunlar, bir meslek sahibi olsunlar ve gerekirse de ölsünler. Varlıkları bir yarar sağlamıyor, ölümleri bir işe yarasın.

4 Ocak 2009 Pazar

Bir Vefâ Kalmıştı


Bu günlerde kafayı taktığım konu ne kadar sıkıcı biri olduğum. Ne kadar çabalarsam çabalayayım bir türlü günümüz insanının anladığı mâna da eğlenceli (!) biri olamıyorum. Kendim keyif almadığımda da yapmacık olarak el alemin keyfine uyum sağlamak için de rol yapmıyorum. Peki, sonuç ne: El alem beni sıkıcı belliyor, ben de onları basma kalıp ve popüler kültürün esirleri olarak.

Şimdi, bu durumun şöyle bir dezavantajı var. Çevremdeki insan sayısı azalıyor. İnsan sayısının azalmasının en büyük yan etkisi ise "insan insana muhtaçtır" sözü ile ifade edilen durum. Yani, her an başın sıkıştığında birinden yardım alma gereği.

Gerçi, ilginçtir ki; bu tür durumlara hiç düşmedim. Genelde ihtiyaç duyulduğunda aranan oldum. Ama kafamı bozan sadece ihtiyaç duyulduğunda aranan biri olmak zaten.

Tamam, ben briç oynamayı, müzeye gitmeyi, zamanını kitapçılarda geçirmeyi, deli gibi strateji oyunlarını seven biriyim ve bunları seven insan sayısı çok yok ama yine de insanlar sadece vefa icabı arayamazlar mı? Sadece halimi hatrımı sormak çok mu zor? Her insani ilişkinin bânisi ve koruyucusu ben mi olmak zorundayım? İnsanlarla beraber saçma sapan geyik yapamıyor olmak, geceleri çıkmıyor olmak, o restoran senin bu pub benim gezmiyor olmak beni sadece ACİL ARAMALAR için bir insan mı yapar?

Bu yaştan sonra zevklerimi insanlar için değiştirecek değilim ama üzülmeden de edemiyorum. Benim ilişkiyi sıcak tutmak için harcadığım enerji karşımdakilerin harcamaması yüreğimi acıtıyor.

3 Ocak 2009 Cumartesi

Siyah Gökyüzü, Kırmızı Yağmur



Günde 3-4 gazete, 3-4 anahaber bülteni ve haftalık birkaç tartışma programı takip eden biri olarak geçen cumartesiden beri hiçbir şey izleyemez okuyamaz oldum. Geçen cumartesiden beri gökyüzü karardı ve yağmurlar kızardı.

Herkesin beklentilerinin bile ötesinde Kutsal Kitab'ın lanetlediği kavim, kan kustu zavallı insanların üstüne. Tek suçları Gazze'de doğmak olan zavallı insanlar....

İstanbul'a yağmur her zamankinden daha hüzünlü yağarken, Gazze'ye yağmur kırmızı kan renginde yağdı. Zaten, açıkhava hapishanesinde aç, susuz ve medeniyet gereksinimlerinden mahrum yaşayanlara bir ceza da Tanrı'nın Seçilmiş Kavminden (?) geldi. Merak ediyorum, o bombaları çaresiz ve savunmasız hedeflere atarlarken zorluk çektimi bu yüce (!) insanlar.

Dünya yine hop oturdu hop kalktı. Büyük tepkiler verildi (?) ve protestolar yapıldı. Sonuç? Kaç insan daha az öldü bunun sonucunda?



Kabul edelim ya da etmeyelim bu zulümde bizimde payımız var. Biz derken; sen ben,o ve diğer tüm İsrail destekçilerinin hüküm sürdüğü başkentlerde yaşayanlar. Birey olarak bakacak olursak da, aldığımız ürünlerin büyük bir kısmının kârlarının akıttığı şirketlerden alışveriş yapmaya devam etmekle bu olaya destek oluyoruz. Biz destek olmasak, dünya üzerinde sayıları 25-30 milyon olan bu insanlar nasıl olurda her tarafı düşmanları ile çevrili bir toprak parçasında devlet kurar ve orada hayatta kalırlardı? Bana kimse emperyalistlerin oyunu falan filan hikâyeleri anlatmasın lütfen. Emperyalistler istediği herşeyi yapabilmeleri için Türklere, Araplara ve İranlılara ihtiyaç duymadı mı? Yardım edilmedi mi peki? Küçücük iktidar hesapları uğruna nelere katlanıldı? 20. yy yeterince açık olarak bu sorulara cevaplar içeriyor. Bu durum tüm Kudüs'ü kutsal sayan insanların ayıbıdır. Politik bir meselenin çok ötesinde önemlidir.

Ama ben bunları anlatacak değilim. Ben bu blogta hepkendimi anlattım ve yine öyle yapacağım...

Hayatımın tamamını bir/birkaç zillet ve zulüm görerek izleyerek geçirdim. Küçükken Afganistan/Filistin vardı. Sonra Irak/Filistin oldu. Sonra Bosna/Filistin, Sonra Bosna/Çeçenistan/Filistin, Sonra Somali/Sudan/Çeçenistan/Irak/Filistin ...

Biraz daha beklersek Anadolu'yu da bu listeye ekleyebiliriz. Tüm hayatının bunlarla geçiren birinin ruh hali nasılsa benim de halim o. Sıradan insanlar gibi haber değeri taşıyan olaylar değil bunlar benim için. Gönül bağımız olan topraklardaki insanların acılarını hissediyorum ve şunun bilincindeyim: Bugün bomba düşen topraklara sadece biz yardım edebiliriz ya da bizim öncülüğümüzdeki bir oluşum yardım edebilir ve bildiğim diğer şey biz yardım etmezsek yarın İstanbul, Ankara, İzmir'e bombalar düşerse kimse yardım etmez.

Eğer her sabah kalktığında halâ gökyüzü siyahsa ve birgün önce kan yağan o topraklardakilere yardım edememenin içindeki acısını taşıyorsan hala bir umut var demektir. Nasıl yardım edeceğimi bilmiyorum. Bu kadar kendime ve rahatıma düşkünken o insanlara nasıl yardım edebilirim? Ama bildiğim birşey var bu vicdan azabı ile yaşayamayacağım.

Şu an elimden sadece dua etmek geliyor. Bir gün ellerimden daha fazlasının gelmesini diliyorum. En azından ellerinden daha fazlası gelecek nesillerin önünün açmak istiyorum.

Unutmuyorum ki; şans eseri İstanbul'da doğdum. Ama Gazze'de, Darfour'da, Bağdat'ta da doğabilirdim. Ama bu bahsettiklerimi unutan hatta yarım yy önce kendilerine yapılanı şimdi kan kardeşlerine yapan bu zihniyeti lanetliyorum. Sadece yapanları değil, ellerinden geleni artlarına koyanları daha çok lanetliyorum. Sessiz sedasız, Ankara'da, Amman'da, Şam'da, Riyad'da,Abu Dabi'de,Doha'da oturanları kastediyorum. Lanet olsun hepinize !!!