26 Eylül 2011 Pazartesi

Yolculuk


Benim yolculuklarla hep inişli çıkışlı bir ilişkim olmuştur. Çoğu zaman yaptığım yolculuklar beni istemediğim ama isteseydim bile hayal edemeyeceğim kadar güzel yerlere götürüp güzel insanlarla tanıştırmıştır. Ama az sayıda yolculuk da ızdırap ve fiziksel yıpranma ile beni canımdan bezdirmiştir.

Yaptığım tüm yolculuklarda ise beni en çok eğlendiren hiçbir zaman gittiğim yerler olmamış daha çoğunlukla bizzatihi yolculuğun kendisi olmuştur. Yolculuk etmek, bir yere varmaktan,bir yerde bulunmaktan ya da bir yerden ayrılmaktan her zaman daha ilginçtir bence.

Yolculuk planları yapılır, beklentiler inşaa edilir, biletler araştırılır ve yolculuk günü gelir. Bütün tatillerin, gidişleri ve gelişlerin en kral günü yolculuk
günleridir. Tabii zaman zamanda en hüzünlü günleri. Duruma göre...

Yolculuklardan en güzeli hiç gitmediğin bir yere gitmektir. Mümkünse yeni ülkeler görmektir. Bir yolculuk ne kadar ani gelişir, ne kadar plansız olursa o derece muhteşemdir. Seni ineceğin yerde karşılayacak kişi olmadan tırnaklarınla kazıya kazıya, ayaklarına karasular inene kadar bir yeri keşfetmek benim için inanılmaz bir heyecan, korku ve ilginç bir şekilde de zevktir.

Yolculukların en süpriz ve tadmaya değer yanı yolculuk arkadaşlarıdır. Bazen, havaalanında, bazen tren garında bazen de otobüste yan koltukta oturan kişi ile yapılan sohbetler paha biçilmez bilgileri, hayat kurtaracak ip uçlarını ve bir sürü gereksiz ama eğlenceli anektodu içerir.

Etrafta herkes gitmek ister, gezmek ister ama bunu yapan çok az kişiden biri olmuşumdur. Yolculuklarla ilgili muhafazakar insanlardan hiç haz etmem. Gittikleri yerleri ballandırarak anlatan ama yaptığı yolculuğun kendisine birşey katmadığını gördüğüm insanlarla muhattap olmak sadece onlara acımamdan dolayıdır. Kesinlik ciddiye de almam. Yolculuk yapılacaksa ruhuna, karakterine ve hayata bakışına bir değer katmalıdır. Gittiğin mekanları ve yolculuğun kendisini tüketmeden tam tersine hissederek yaşanmalıdır. Güzel bir yemeği hapur hupur mideye indirerek değil de yavaş yavaş her lokmanın tadına vararak yemek nasıl gerekliyse bir yolculuk da böyle olmalıdır. Her anını hafızana kazımalı ve anından keyif almalısındır.

Bazen, yolculuklarda yolunu kayıp edersin. Bazen yanlış otobüse binersin. Bazen taksici seni kazıklar. Bazen bir dönüşü kaçırdığından km lerce yolda araba sürersin ama aksiliklerde yolculuk parçasıdır. Nasıl ki insanların kötü özellikleri de iyi özellikleri ile beraberdir ve biz etrafımızdaki insanları kötü özelliklerine rağmen severiz, aynı onun gibi yolculukları da bu yönleri ile kabullenmeliyiz.

Bazı yolculukları diğerlerinden ayıransa kimle o yolculuğu yaptığındır. Harika olma potansiyeli olan bir yolculuk yanında hiç çekilmeyen biri ile işkenceye dönüşebileceği gibi, felaket bir yolculuk çok iyi bir yoldaş ile muhteşem anılara sahip olabileceğin bir tecrübeye dönüşebilir.

Ve en önemlisi, sağlığın yerindeyken paranın yettiği ölçüde ve hatta şartlarını da zorlayarak bol bol yol almalısın. Ertelemeden ya da etrafın tarafından gereksiz görüldüğünde bile yol almaya devam etmek seni orta vadede kalabalıklardan farklı kılacak yegane şeydir. Zira, edineceğin anılar herhangi bir maddi ölçü birimi ile fiyatlandıralamaz yani paha biçilemezlerdir. 60-70 yıl yaşadığında bir sürü hastalığın nedeni ile sahip olduğun paranın sana bir faydası yokken gece gözlerini kapatmadan önce anılarınla geçireceğin birkaç dakika bence bu hayattaki en değerli varlığın olacaktır.

20 Eylül 2011 Salı

Haydi Okula



Bizi sisteme adapte edip korkularımızı tamamen inşaa edene ve başarısız olma korkusu ile yaşamaya başlayana kadar eğitim şart.Haydi okula!

Not: Sistem bende istediğini aldı. Darısı mini 1'ler,taptatlı 2'ler ve onların şahsında hepimizin başına inşallah.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Pasta Kokusu


Tam hatırlamıyorum daha önce yemeklerle ilgili alışkanlıklarımdan bahsettim mi ama şimdi benim için çok özel bir kokudan bahsedicem. Pasta kokusu!

Bu gün briç turnuvasından sonra eve dönerken küçük bir dükkanın önünden geçiyordum. Muhteşem bir koku buram buram dışarıya sızarken ben de dayanamayıp içeri girdim. Burası bir pastaneydi. Ama ilginç bir yerdi açıkçası. 80'lerden kalma pastanelere benziyordu. Tabii ben İstanbul'da doğup büyüdüğümden bu tür yerlere Anadolu'da rastlayınca zaman tüneline girmiş gibi hissediyorum kendimi. İnanılmaz yerler var bu şehirlerde ama konumuz bu değil :)

Ben oldum olası pasta börek vb hamur işlerini çok severim. Bu yiyeceklerle ilgili olarak sadece tatları değil pişerken çıkarttıkları mis kokulara da bayılırım. Pasta börek yapıldığı günlerde bizim evde çifte ziyafet vardır: Hem tat hem de koku açısından. Bugün de bahsettiğim salaş pastanenin önünden geçerken sanki annemin evde pişirdiği böreklerin kokusunu hissettim. Sırf bu koku yüzünden gidip elmalı pasta ile havuçlu kek aldım. Aslında hiç de aç değilim ama kokusu o kadar güzeldi ki dayanamadım.

Pasta deyince ben kuru pastları seviyorum. Çayın yanında süper gidiyorlar. En favorimse tartışmasız elmalı pasta. Ama havuçlu keki neden aldım hiçbir fikrim yok :)Artık onu da kahvaltıya inşallah...

13 Eylül 2011 Salı

Samimiyete Meftun Olmak


Fiziki bünyemizin ihtiyaçlarını yemek içmek suretiyle karşılıyoruz fakat ruhumuzun ihtiyaçlarını aynı oranda karşıladığımızı söylemek pek mümkün değil. Çoğul cümleler kuruyorum zira benim de içinde bulunduğum modernlik sonrası dönemde yaşayan, yeni şehirleşen ve tüketim kalıpları itibari ile kapitalist olan insanların ortak sorununun ruhlarını aç bırakmak olduğunu düşünüyorum.

Yine fiziki bünye üzerinden bir benzetme yapacak olursam, yetersiz beslenme sonucunda insanların bünyelerinde çeşitli sorunlar çıkar. Demir eksikliği, vitamin eksiliği, protein eksikliği vb. Ruhi ihtiyaçların da eksiklikleri böyle bir sistematiğe alınacak olursa sevgi eksikliği, güven eksikliği, inanç eksikliği vb. olarak nitelenebilir.

Ben kendime buna benzer yarı materyalist bir analiz yaptığımda görüyorum ki ruhumun en çok samimiyete ihtiyacı var. Birilerine kayıtsız şartsız samimiyet hissetmek istiyorum. Herşeyi anlatabilmek, hakkında ne düşünüyorsam rahatça ve kırma korkusu olmadan söyleyebilmek, canım her istediğinde saate bakmadan arayabilmek, ortak zevklerimize göre birşeyler yapabilmek vs...

Halbuki, çok zor birşey istiyorum. Herkes ve tabii ben de çok meşgulüz.Birilerini tanımaya ayıracak hele de samimiyeti ilerletecek kadar vaktimiz kesinlikle yok. Samimiyetin olmadığı ortamda da en azından benim için güven mefhumu oluşmuyor. Medeniyetin gereği olarak minimum ölçüde insanlarla muhattap olup ortak alan olarak sadece kamusal alanları kullanarak bahsettiğim anlamda samimiyetin gelişmesi de mümkün değil zaten.

Peki, ruhumda inanılmaz derece de ihtiyaç duyduğum bu gıdayı nasıl alacağım? Aynı dünya görüşünü paylaştığım kişilerle dahi maddiyat işin içine girdiğinde, ya da karşı cinsle olan ilişkilerin çarpıklığından ya da makam mevki yüzünden bir şekilde yollarımız ayrı düşerken bu mümkün olabilecek mi?

İstediğim vıcık bir samimiyet değil. Kanka, canım, şekerim ... ile başlayan seslenme nidaları kuracak şekilde kalitesiz bir ilişki de istemiyorum. İstediğim kayıtsız şartsız bir gönül birlikteliği. Şeklen değil, gönülden samimiyet. Maskelerden arınmış, cinsiyetlerden arınmış, statülerden artınmış, maddiyattan arınmış bir samimiyet.

Yoksa, samimiyetle aramda bir aşk mı oluştu benim? Hani, kavuşamayanların aşkları artarmış ya ben de artık meftun mertebesinde miyim acaba?

12 Eylül 2011 Pazartesi

Büyük Nimet: Unutabilmek !


Hangi süper gücüm olsun isterdim?? Birkaç ay evveline kadar bu soruya süperzeka olmak ya da görünmez olmak diye cevap verirdim.

Şu an, sadece ve sadece unutmak istediklerini unutabilen biri olmayı istiyorum. Neler unutmak istediklerimi buraya yazmak ise kendi için de tutarsız bir davranış olacaktır muhakkak. Unutmak istediğin şeyleri listeleyerek yazıya geçmek tam bir ironi olurdu değil mi?

7 Eylül 2011 Çarşamba

Rocky Gibi Olmak


Bir film serisi vardı: ROCKY. Bir boksörün hayatını anlatan sylvester stallone'un oynadığı ve çocukluğumun en popüler yapımlarındandı. O zamanlar sadece dövüş sahneleri ile yumruk atınca etrafa yayılan kan ve ter görüntüleri için izlerdim. Fakat, geçenlerde tekrar izleyince daha önce pek ehemmiyet vermediğim bir yönünü gördüm Rocky efendinin.

Şimdiye kadar yazdığım bir çok konuda hoşlanmadığım insanları betimleyip onları eleştirmişim. Bu sefer değişiklik olsun ve özendiğim insan tipini betimleyeyim istedim. Rocky bana bu konuda ilham verdi. Şöyle ki; adam her film en az bir kere eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyor. Ağzı burnu dağılıyor ama kalkıyor pes etmeden tekrar dövüşüyor. Sonunda da her zaman kazanıyor.

Burada işin kazanma kısmından ziyade adamın her dayaktan sonra tekrar ayağa kalmasını çok ilginç ve takdire şayan buluyorum. Bende neredeyse hiç olmayan bir özellik. Birşey istediğim gibi olmadığında darma duman oluyorum ve bir daha canım o şeyi yapmak istemiyor. Halbuki hayat hiç kimse için herşeyi 4-4'lük sunmuyor. Başarılı bir insanla ile diğerleri arasındaki farkı aslında yediği her dayaktan sonra ne kadar çabuk ve az hasarla yerden kaltığı beliryor. Çoğumuzun sandığı gibi, para, zeka ya da güzellik bu bahsettiğim irade olmadan herhangi bir değer ifade etmiyor.

Asıl insanı güçlü kılan yumruk karşısında sendelese ve hatta yıkılsa bile küllerinden doğması. Etrafımda bu tür insanları görünce ciddi bir saygı ve hatta kimi zaman da hayranlık duyuyorum. Ben ise bir kez yumruğu yedim ve yıllarımı kayıp ettim. Bu devletin eğitim sisteminin demir yumruğu beni knock-out etti. Halbuki, ilerleyen yıllarda gördüğüm üzere orada kalkıp ringe dönebilseydim maçı kayıp etmeyebilirdim. Daha da kötüsü 2. kez yumruk yememek için hayata dair iddialarımdan da birer birer vazgeçtim. Acayip korkakça bir davranış aslında. Gülün dikeni eline batacak diye gülü koklamamak gibi birşey. (Bu metofor bana ait değil)

Yılmadan istediklerinin peşinden gidebilen insanlar bence bu hayattaki en güçlü insanlar. Hayata sivil iteatsizlik gösteren tipler bunlar. Asi değiller. Emo da değiller. Sadece istedikleri şeyleri gerçekten istiyorlar ve yüreklerini ortaya koyabiliyorlar. Herkesin etrafında az sayıda da olsa bulunduklarını düşünüyorum. Bazılarımızın iş hayatında, bazılarımızın okul, bazılarımızın ise aile etrafında bu kişiler mevcut olmalı ve eğer mevcutsa mutlaka bunları yakından izlemek gerekir. Bana en çok ibret veren ve kendilerinden birşeyler öğrendiğim kişilerdir. Yaşları ne olursa olsun hepsinin önünde saygı ile eğiliyorum.

Tabii burada ki hassas ayrım, iradesi güçlü, yılmaz insanlarla etrafını yakıp yıkan kırıcı ve hırslı tiplerin arasında ki ayrımı yapabilmek. İradesi güçlü insanlar ne kadar takdir edilesi ise hırslı tipler de bir o kadar itici ve zararlılar. Hiç hazzetmediğim tiplerdir kendileri. Ama konumuz iyi örnekler olduğundan onları uzun uzun betimlemeyeceğim.

Sadete dönecek olursam, ben de büyüyünce bu tür güçlü bir tip olmak istiyorum. Hayatın karşımıza çıkardıklarından bize imtihan olan birşey olduğunda ve terslik çıktığında "küstüm oynamıyorum" demek yerine, "bu maçı kayıp ettik ama önümüzdeki maçlara bakıcaz" diyebilmek beni çok rahatlatırdı eminim.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Evim, Evim, Güzel Evim


Tatil bitti ve ben tekrar sahalardayım. Şu an itibari ile henüz tatil modundan çıkarak işe adaptasyonunu sağlamış değilim ve hala 50 (yazı ile: Elli) e-posta okunmayı bekliyor. Hadi okuduk diyelim bir sürü de yapacak şey çıkacak okuduktan sonra. En iyisi okumamak bir süre daha. Deve kuşu gibi kafamı kuma gömeyim bari.

İçimde ki çalışma şevki neredeyse tamamen sırra kadem basmış durumda. Tatil dönüşü daha bir iştiyak olur diye ümit etmiştim ama nerdeeeee. Sanırım ben o çalışmak için doğanlardan değilim. Tembellik mi bunun adı? Tam olarak değil galiba. Bu başka birşey resmen. Tembelliğin çok ileri bir formu olsa gerek.

Herneyse, hayat tekrar ramazan öncesi rutinine gönüyor galiba ve ben beni heyecanladıracak birşeylerin beklentisi ile tekrar birbirine benzer günleri yaşamaya devam edeceğim.

Tatilde ciddi bir karar alarak daha az depresif olmaya çalışacağıma dair kendime söz vermiştim ama akşam eve gelip yalnız kalınca elimde olmadan depresyonum tetiklendi. Yine de mücadelemi vericem. Canım istemiyor diye mecbur olduğum şeyleri ertelemeyerek ve bir hobi bularak ilk evreyi atlatmayı hayal ediyorum.

Vira Bismillah...