27 Kasım 2011 Pazar

Ve Lig Başlar


Hayat da çok az şeyden zevk alan biriyim. Küçüklüğünden beri fen lisesi ve üniversite sınavlarına çalışmaktan adam gibi hobi geliştirme fırsatı bulamadım. Entellektüel konularla ilgili bazı alanlarda kendi çapımda gelişim kaydetmekle beraber bunlara da hobi denemez sanırım. Zaten, benim küçüklüğümde de bu tür okul dışı aktiviteler bir lüks olarak görünürdü.

Fakat, okul bittikten sonra bir zevkim oldu. Bu da briç. Hep gazetelerin pazar eklerinde satrançla beraber sorular olurdu ve ne olduğunu pek anlamazdım ama "bu briç nedir?" diye de merak ederdim. Birkaç yıl evvel bir yerde Briç Klübü yazan bir yer gördüm ve içeri giriverdim. İşletmecisi eski milli takım oyuncularından biri olan ve müstakbel hocam olacak kişi ile tanışmam bu vesile ile oldu.

O günden sonra işten vakit buldukça ders alarak bu işi öğrenmeye başladım. Sonrasında lisans çıkardım ve sık sık turnuvalarda oynamaya başladım. Bu yıl da briç ligi dün itibari ile başladı ve muhteşem bir girişle 3 maçımızı da kazanarak liderliği almış durumdayız.

Umarım işler bu şekilde gider de ulusal finallere gitmeye hak kazanırız. Gerçi en güçlü takım biz değiliz ama yine bir takımın parçası olmaktan ve tatlı bir heyecan yaşamaktan çok büyük keyif alıyorum. Kazanmak ya da kayıp etmekten çok daha önemli olan bu heyecanı yaşamak.

Hadi bakalım....

24 Kasım 2011 Perşembe

Gönüllü Kölelik



Bir anti kapitalist olarak anılarımı yazacak olsam sanırım kitabın kapağına bu resmi koyardım.

Ruhumu kemiren bu saçma sapan yaşam formuna olan isyanımı paylaşan birisi işi karikatürize etmiş ve ben de çok beğendim. İnsanların korkularını eğitim sistemi vasıtasıyla inşaa eden ve herkesi tek tipleştiren ya da tek tipleştiremediklerini ötekileştiren çok başarılı bir sistemin içinde yaşıyoruz. Alternatif yaşam formlarını yok eden ya da daha kötüsü de kendine benzeten bir egemen yaşam pratiği bu.

Mesai saati diye bir kavramı icat edip, herkesin kulağına herşeyin en iyisine layık olduğunu fısıldayan sistem, bunu yaparken moda ikonlarını, süper starları, sporcuları, -izm leri ve şu an aklıma gelmeyen hertürlü enstrümanı kullanıyor. Halbuki, neden herkes herşeyin en iyisine layık olsun ki? Allah herkese layığını verir zaten. En iyisini elde etmek için kural tanımaz bir hırs göstermek nedendir?

Ayrıca, neden şeylere yani materyallere bu kadar takılıp kalır olduk? Arkadaşlarınla 2 çift muhabbet etmenin keyfini dolce&gabbana'dan alınabilecek bir çanta için ekstradan 200 saat daha çalışmak alması nedendir? Ray-ban gözlük takan adama gösterilen itibar neden 5 dil bilen fikir üreten, insan yetiştiren birine gösterilmez.

Tükettiğin kadar varsın ve sahip olduğun materyal kadar değerlisin. Peki, ölüm hayatımızda nerede? Ya bir avuç gururumuz da mı kalmadı? Hani vicdan? Ne pahasına olursa olsun sahip olma dürtümüz, insani keyfiyetlerin önüne geçeli ne kadar oldu acaba?

Kendini müslaman olarak tanımlayanlar dahi ekonmik güce ve iktidara giden yol olarak inancı kullanıyorlar. Halbuki, insanı insanlıktan çıkaran sisteme dokunan yok. Sistem yine kendine dönüştürüyor ve az kişi bunun farkında. Bunlara da meczup deniyor.

Hiç kimsenin aklına sosyal güvenlik sisteminin dışına çıkmak, kasko yaptırmamak, sigortadan uzak durmak gelmiyor. Ama bizatihi bu finansal araçlar sistemi ayakta tutup bizim hayatımızı esir alıyor. Evimizi, arabamızı, hayatımızı sigortalatmak için harcadığımız para için çalışmamız gerekiyor. Normalde ihtiyaç duyduğumuz yaşam için çalışmamızın üstüne ekstra mesailer harcamadan nasıl kendimizi güvende hissedebiliriz ki? Mazallah ya arabamızın başına birşey gelirse?

Tabii az sayıda asinin başında bir de mahalle baskısı var. Oku, iş bul, evlen, çocuk sahibi ol. Bunların herbirini yaparkende en çok para kazanacağın ve mahallenin hoşuna gidecek şekide davran. Ruhi kemalatına zaman ayırmayan çiğ insanlar olarak büyüyoruz ve gözümüz daha çok tüketme hırsı ile kurduğumuz ailelere de sahip olduğumuz çocuklara da huzur ve mutluluk getiremiyoruz.

İşin kötü tarafı bunları hep gönüllü yapıyoruz.

20 Kasım 2011 Pazar

Hala Ütü...


Bir reklam dönüyor bugünlerde. Kadınlara en sevmedikleri ev işini soruyorlar. Cevap da : Ütü.

Öncelikle, ütü sadece kadınların yaptığı bir iş değil. Keşke öyle olsaydı en çok ben mutlu olurdum. Bu sabah, kalkıp gömlek ütülemek zorunda kalınca reklam aklıma geldi ve hayatımdan ütü yaparken ziyan olan 7-8 dakikayı bu yazının iskeletini oluşturarak değerlendirmeye başladım.

Ben bu ütü olayını hayatım boyunca anlamamış biriyim. Hayata pragmatik bakmayı seviyorum. Bunun sonuncunda da fonksiyonelliği olmayan ürünler ve işler anlamsız geliyor. Gerçi ciddi miktarda estetik kaygım var ama bu kaygıyı zekice bir sadelik(smart chic diyorlar ama doğru mu tercüme ettim bilemedim) olarak görmek ve abartıdan gereksizlikten kaçınmaya gayret ediyorum.

Peki ütü ne işe yarıyor? Cevap: Hiçbir işe. Ama bazılarına göre ütülü giysi güzel görünüyor ve dolayısıyla estetik bir şey. Bana göre estetik getirisi çektiğin ameleliği karşılayacak kadar değil. Elbiseyi giydiğinde ütüsüz olunca seni örtmüyor mu? Ne yani...Bu ütü algısı da bize modernitenin attığı kazıklardan bence ama çok derinlere inmek istemiyorum.

Ütünün yararlı olduğu yegane kişiler bu ütüyü üreten firmalarda çalışanlar ile ütü-paket işçileri olsa gerek. Ne de olsa adamlara ekmek parası oluyor.

Tekrar reklama dönecek olursam, reklamın sonunda kadınlardan biri aynı soruya "hala ütü..." diyerek cevap veriyor. Başlı başına bir fiyasko.

NOT: Resimdeki ütü bizzat sahibi olduğum alettir. Kendisine emeklerinden dolayı bu vesile ile teşşekkür ederim.

15 Kasım 2011 Salı

Metroseksüel mi oldum ne?


Sözlerime başlamadan önce ağda çilesini çekmiş tüm kadınların önünde saygı ile eğilmek istiyorum. Gerçekten takdirimi kazandılar.

Gelelim bu girişin konumuzla alakasına...Hayat boyu tıraş olmaktan ve berberde yapılan geyiklerden nefret etmişimdir. Ama mecburen saçlarım papaz gibi olduğu dönemlerde berberleri ziyaret ediyorum. Bu ziyaretlerimden bir tanesini de geçtiğimiz gün gerçekleştirmiş bulunmaktayım.

Giriş, gelişme, sonuç itibari ile mutat bir ziyaretti aslında ama tam paramı ödemiş berberden çıkarken birinin yüzüne yeşil bir madde sürdüklerini gördüm. Gayri ihtiyari ne olduğunu sordum ve bunun ağda olduğunu söylediler. Malum yanaklarda jiletle alınmayan tüyleri temizlenmesi amacı ile yüze ağda yapıyorlarmış.

Adam zorla "gel abi sanada ağda süreyim" diyerek koltuğa oturttu ve bir kaç saniye içerisinde yanaklarım ağda ile kapladı. Ben ne olduğu konusunda herhangi bir fikrim olmayan bu nesnenin ne işe yarayacağını merak ederken bir anda tepeme gelip kelimenin tam anlamıyla caaaaart diye çekti ağdayı ve yanaklarım perişan halde tüylerle vedalaştı. Allah'ım bu nasıl bir acıdır.....Yeminle aklıma geldikçe hala gözlerimden yaş geliyor.

Bir anlık gafletim sonucunda metroseksüelliğe de adım atmış oldum ama bundan hiç memnun değilim. Ne de olsa delikanlı adam ağda yaptırmaz ...!

10 Kasım 2011 Perşembe

Karizmanızı Yerim


Hayatımda altından kalkmakta zorlandığım ve zaman zaman da ezildiğim zorluklarım var. Ama bu yazı zorlukların ne olduğu ve sıkıntılarımla ilgili değil. Zaten her insanın kendince bir imtihanı olduğundan dolayı bu konular oldukça da sıkıcı bence.

Benim anlatacağım konu sık sık itham edildiğim "ciddiyetsiz"liğimle ilgili. Bu aralar hayatı tiye almamla ilgili eleştirilere maruz kalıyorum. Sanki hiç derdim yok ya da kafaya birşey takmıyormuşum gibi geliyor insanlara. Bunun nedenine biraz kafa yorduğumda görüyorum ki insanlar ifşaatla çok meşguller. Sorunlarını ulu orta ifşa ederlerken ya da yüzleri 1 karış asık dolaşırken benim de onlar gibi olmam yönünde mahalle baskısına maruz kalıyorum. Onlar gibi olmayıncada yaftalanıyorum. Sanki, daha 30 yaşına gelmeden saçlarımın ağırmasını borçlu olduğum tecrübeleri değirmende elde etmişim gibi, bu tür triplere maruz kalıyorum.

Aslında çok basit 3 aşamalı hayat felsefem var: Dertlerimle kimseyi meşgul etmemek, (eğer elimden geliyorsa) derdi olanları bir nebze de olsa rahatlatmak ve gereksiz şeyleri kafaya takanları da dürtmek. İçimin kan ağladığı durumlarda dahi bunu ortam paylaştığım insanlara yansıtmamaya çalışıyorum. Maddi ya da manevi bir sorunu olanlara ise imkanlarım ve kapasitem dahilinde yardım ederim. Asıl uğraştığım cinsler ise hayatta bir tek kendileri sorunluymuş gibi bunu abartan ya da gerçekten sorunları olmadıkları halde sorunluymuş modunda olanlardır ve bunları itina ile dürterim, laf sokarım ya da mor ederim vs...

Diğer yandan ciddiyetsiz olarak algılanan tavırlarım ise sorunları mizahi yollarla değerlendirmemden kaynaklanıyor. Ah vah etmeden işi mizaha vurmak bence çok daha zor ve sadece zeki insanların yapabildiği birşey. İşi mizaha vurunca sanki ciddi biri olmadığın ya da sorumsuz biri olduğuma dair toplumda nereden geldiğini bilemediğin bir fikir mevcut. Sanırım bu da insanların karizmatik olmak için kasmaları ile alakalı. İnceleyebildiğim ve tanıyabildiğim kadarı ile insanların işleri ve fikirleri ile değil de duruşları ile etkili olabildikleri toplumlar genelde doğu toplumları oluyor. Bizde doğulu olduğumuzdan normal olmalı bu tavır bize.

Etrafta o kadar çok ağır abi var ki şiddetle onlardan biri olmayı reddediyorum. Maalesef, prim yapan şey bu şekilde ağır takılmak. Ağır ol da molla desinler durumları yani...Halbuki bu tiplerin ciğerlerini biliyorum. Aslında hayata söyleyecek sözleri olmayan kişilerin kendi yetersizliklerini sessizlikle gizleme gayretlerinden başka birşey değil.

Beni yakından tanımaya başlayan herkesi şaşırtan bir durumum var. İnsanlar bu kadar gayri ciddi gördükleri birinden derinlemesine analiz duymaya çok şaşırıyorlar. Dediğim ve mantıklarına yatmayan hiçbirşey hemen hemen olmaması ise onları daha da şaşırtıyor. Fakat acı gerçek şu ki; ancak yakından tanışabildiğim kişilerde bu denli bir saygıyı uyandırabiliyorum. Benim zerrem kadar entellektüel kalitesi olmayan, hayat tecrübesi sınırlı şahısların sırf ağır abi olmalarından dolayı en azından ilk etapta saygı görmeleri beni deli ediyor.

Ağır abilerin o pek ağır karizmalarını bitirmekten aldığım zevk, bu kişilerin bana gıcık ve hatta düşman olmalarına neden oluyor tabiiki. Ama bir yerde uzun süre ortam paylaşıp, bir iş yapıp da bana karizma taslayacak çok az insan oldu ve ben de bu az insanlara yaşları benden küçük bile olsalar üstat gözü ile bakabilmişimdir. Çoğuna hocam gibi de muamele ederim. Yeterki, çaplarını gereksiz karizma tripleri ile olduğundan geniş göstermeye çalışmasınlar.

Yerim ben o tiplerin karizmalarını...

8 Kasım 2011 Salı

Sanırım PS3 Alıcam


Bayram dolayısıyla bazı eski arkadaşları görme fırsatı elde etmek benim için çok zevkli konulardan biridir. Tabii bu arkadaşlarımın çoğu da benimle birlikte ortak bir zaafa sahipler. PC oyunları..........

Hayatımda strateji oyunlarına ayırdığım zamanı çince öğrenmeye harcasaydım, çinlilere çince öğretiyor olabilirdim. Bu konu da o kadar zayıfım ki, yıllardır oyun almıyorum zira aldım mı başından kalkmadan beynim ambele olana kadar başında kalıyorum. Futbol menejarlik, ekonomi, medeniyet, askeri her türlü strateji oyununda master class seviyedeydim. İş güç araya girince artık sadece briç konusunu hobileştirdim.

Bununla beraber eski arkadaşımla bayram için buluştuğumuzda içimdeki şeytanı dürten bir olay cereyan etti. PS3, pro evoluation soccer turnuvası için organizasyon varmış ve gece bir arkadaşın evine davetliydik. Evli olan evsahibimiz eşini annesine yollayarak evi kadından arındırdıktan sonra tamamen erkek egemen bir ortamda 12 saat sürecek maratona başladık. Sonuç: joy pad tuttmaktan dolayı nasırlaşan bir sol parmak ile ağrıyan 2 elim.

Aslında ben strateji haricindeki oyunları pek beceremiyorum. Araba yarışlarını, spor oyunlarını ya da first person shooter oyunlarının mutlak sonunculuk adayıyım ama bu beni oynamaktan alı koyamıyor. Ne de olsa önemli olan yarışmak.

3 yıl aradan sonra PES oynayınca ilk turnuva da 6 maçta 1 puan alabildim ama 2. turnuva da başarılı bir oyunla son maça kadar şampiyonluk iddiam sürdü. Yalnız bütün gece oyun oynadıktan sonra eve pert halde geldim ve sanırım bu şeyler için artık yaşlıyım.

Çok eğlenceli bir geceydi ve benim için rutine ciddi bir renk kattı. Yılar var ki arkadaşlarımla sabahlamamıştım ve biraz da nostaljik oldu. Acaba diyorum bende mi PS3 alsam???