29 Aralık 2008 Pazartesi

??? Sorular ???



İnsan bazen herşeyin cevabını bulmuş gibi hisseder ya, ben öyle hissediyordum. Sorduğum tüm soruların cevaplarına ulaştım ama sorduğum sorular sadece analitik ve objektif olanlardı. Yani, yalnızca aramakla cevapları bulunabilecek olanlar. Sonra bir tatmin ve atalet dönemine girdim. Bir tür nekâhat bir tür reddetme dönemi. Tâ ki bugünlere kadar.


Sorular bence ikiye ayrılır. Bir sorabildiğin ve cevaplarını merak ettiğin sorular bir de kendine bile sormaktan çekindiğin/korktuğun sorular. Aslında sorulardan değilde cevaplarından çekinirsin sanırım.


Bu günlerde bu sorularla yüzleşsem ve bir cevap arayışına girsem mi diyorum? Acaba o kadar büyüdüm mü? Acaba hazır mıyım? Acaba kafama kuma gömsem daha mı iyi?


Ama önemlisi cevapları bulsam ne değişir ki????


Yine ve tam bu ruh halinde ruhuma elini uzatabilecek birine ihtiyaç duyuyorum.

27 Aralık 2008 Cumartesi

Kaldırım Taşları ve Demokrasi


İlham perim beni bu sabah yolda yakaladı. "Bip biiip" diye sinyaller göndererek yazı yazma aşkına getirdi. Kaldırım taşları ibaresini başlıkta kullanınca sanki metaforik bir anlam yükleyecekmişim gibi duruyor ama ben gayet olduğu ve anlaşıldığı anlamda kullanıcam bu olguyu :P.

Bizim caddemizde sabahın köründe hummalı bir çalışma sürüyor. Bu çalışmanın
temelini mevcut kaldırım taşlarını sökmek ve yerine yenilerini koymak oluşturuyor. Bu kaldırım taşlarının değişmeye başladığı dönemler büyük bir "tesadüf" eseri hep yerel seçim zamanlarına denk geliyor. Ne de olsa yerel yönetim çalışıyor ! (?)

Bu olayı, hep çalışmayı son geceye bırakan öğrencinin sınava hazırlanmasına benzetiyorum. Tek fark son gece çalışsa bile öğrenci sonuca etki edecek şekilde çalışabilirken (kendimden biliyorum :P) belediyeler tam bir denyoluk olarak sadece kaynak israfına sebep olmaları. Mesela, ben kaldırım taşlarının eskidiği için değiştirildiğini hiç görmedim. O zaman bu "belediye çalışıyor" gibi bir hava yaratma girişimi olarak adlandırılabilir hem de hiç bir kuşkuya mâhal bırakmadan. Peki ben neden bunca yıllık TC vatandaşlığım sürecince kaldırım taşı değiştiriyor diye vereceği oyun rengini değiştiren seçmenle tanışmadım? Demek ki; yurdum insanı bu numaraları yemiyor. O zaman artık bırakın bu işleri belediyeci amcalarım, abilerim ...

İşin tabi diğer bir yanı demokrasi ile olan alakası. Hiç bir doğu toplumunda demokrasi kavramının doğmamış olması ve kavramı ithal edenlerde de (Hindistan hariç) büyük sıkıntıların olması ile bu basit kaldırım taşı konusu direkt alakalı (derinlere inip neden olmadı ne olmalı konusuna başka zaman giricem). Çünkü, işin özünde seçimle gelen her türlü yönetimin, yönetimi süresince çeşitli organlarca denetlenmesi ve hesap vermesi gerekmektedir. Halbuki, yurdumun demokrasisi sadece seçim organının ağır aksak çalıştığı bir demokrasidir ve denetleme organları tamamen prematüredir ya da şöyle diyeyim: güdük kalmışlardır.

Belediyelerimiz onlarca yıl sadece seçim dönemlerinde kaldırım taşlarını değiştirip, 3-5 yola asfalt atarak yıllarca durumu idare etmişlerdir. X,Y,Z,T,Q partilerinden olmaları hiç fark etmez. Zaten, belediye başkan adayları da sürekli parti değiştirmeleri ile meşhurdurlar. Her hangi bir entellektüel birikimden uzak, ideal ve etik değerlere sahip olmayan fırsatçı insan tipleridir bu belediye başkan adayları. İçlerinden istisnaları mevcuttur ama bu durum kaideyi bozmaz. Örneğin, bizim ilçenin belediye başkan adaylarından biri, ANAP-FAZİLET-DYP-AKPARTİ-CHP çizgisinde bir politik geçmişe sahiptir. Ben de sadece bu kişiye yuhhhhhhhh diyorum ve başarılarının devamını diliyorum.

Velhâsıl-ı kelâm, kaldırımtaşı diyerek geçme. Derin politik çağrışımlara kapı açan ilginç bir olgudur.

25 Aralık 2008 Perşembe

Uykumu İstiyorum


Başıma bir örtü geçirip günün tamamını yatakta geçiresim var. (Gerçi havaların soğuk olmasından dolayı bir örtünün yeterli olmayacağını biliyorum ama artık bakıcaz duruma göre...)

İnsanların kendilerini uyuşturmak için kullandıkları değişijk olaylar vardır. Benim beynimi uyuşturmak için kullandığım şeyler çok konvansiyonel şeyler değil. İçki, marihuana ya da bilimum uyuşturucularla hiçbir alakam olmadı. Bu saatten sonra da olmaz. Ama sınırsız uyuma yeteneğine sahibim mesela. Her türlü psikolojik durumda uyuyabilen biriyim. Hatta, uyumak gibi bir hobim olduğunu söyleyebilirim.

Soru: boş zamanlarınızda ne yaparsınız?

cvp: Uyurum.

Bu benim için gayet uygun bir dialog örneği olabilir.

Bugünlerde dünyanın geçtiği ekonomik bunalım beni de bunalttı. Somut olarak hayatıma yansıyan bir sorun yok henüz ama, "fear of death is worse than death itself" felsefesinde olduğu gibi her an birşeylerin olacağından korkarak yaşamak rezalet.

En az bunun kadar rezalet olan başka bir şey ise, sürekli felaket tellalı olan medya. Yahu hiç durmadan bu kadar negatif yayın yapmaktan bıkmıyorlar mı? Kusucam resmen. Yok ABD' de şu firma batmış, İngiltere'de bilmem ne endeksi dip yapmış, Almanya göçmüş, Fransa ayvayı yemiş gibi muhabbetlere tahammülüm kalmadı artık. Bunları duyarak resmen içimdeki hayat enerjisi söndü. Kaldıki, dediğim gibi negatif bir durum yok rutin hayatımda.

Şimdi kendimi bütün dünyadan soyutlayarak bütün kötü günler geçene kadar hiç evden çıkmadan yaşamak istiyorum. Uyumak, uyumak ve uyumak. Uyandığımda hiç olmazsa beyaz saç tellerimin sayısı artmamış olursa bunu da bir kazanç sayacağım.

Aslında çok basitçe hiç birşeyi dinlemeden ve izlemeden de yaşabilirim belki ama işe geldiğim an da bu mümkün olmuyor maalesef. Ben izleyip dinlemesem bile birisi mutlaka konuyu açıp geyiğe başlıyor. üfffffffffffffffffffffffffff

Bu durumda artık tek güvenilir liman uyku kalıyor bana :P

22 Aralık 2008 Pazartesi

Meditasyona Gerek Bırakmayan "Şey"ler



Hani bazı şeyler vardır. Tarif etmesi güç ve sadece size iyi gelen şeyler. Zaten, "şey" olarak adlandırmışsam gerçek tarifi güçtür.

Benim bu "şey"lerimi bir güzel kayda geçiresim geldi. Önem sırasında göre değil tamamen aklıma gelme sırasına göre şettirirsem eğer ;

*** FM Manager'ın yeni sezon cd sini alıp ne değişikler var diye bakmak. Web sayfalarını gezmek ve scout ları incelemek. Dünyadan beni tamamen soyutlayan bir olay.

*** Waffle'ı soğumasına izin vermeden yiyip bitirmek ve sıcak waffle ekmeğinin dışına akan ama ekmeğin sıcaklığı ile ılıklaşmış çikolataları sömürmek.

*** Sevdiğim dizileri tüm bölümlerini indirmek ve 5-6 şar bölüm halinde blok olarak izlemek. Yine kafama format atan bir aksiyon.

*** Durup dururken aklıma gelen birşey yapmak. Mesela, yıllardır görüşmediğim bir arkadaşıma mail atmak, aylardır sinemaya gitmeyip iş çıkışı "ya kısmet deyip" sinemaya gitmek. Rastgele bir kitap almak. Sultanahmet'e, İstiklal'e falan gidip turistlerle geyik çevirmek. Mümkünse bir kahve ısmarlamak.

*** Briç oynamak. Yorulunca ara vermek ve sonra oynamaya devam etmek. Acıkmamak, susamamak ve briç hariç hiçbir şeyi düşünmemek.

*** Uçakla bir yerlere gitmek. Uçakta random tiplerle karşılaşmak ve muhabbet etmek. muhabbeti başlatan kişi olmak. Çenesi düşmek. ( En son bunu yaptığımda güney afrikalı bir bir yaşlı çift çıktıydı kısmetime :P )

*** Nette Snake Pit'te takılmak. Nick'i ilginç olanlarla tavla oynamak ve geyik yapmak.

*** Okuduğum kitaplara yorum yazmak. Puan toplamak. Puanlarla bedava kitap almaya çalışmak ama hiç alamamak.

*** Hep tatil planı yapmak ama hiçbirini gerçekleştirememek. Hiç gocunmadan tekrar planlara dalmak.

*** 9 gün tatillerin tatilden önceki ve tatilin ilk gününü sevmek diğer günlerden nefret etmek. Ama yine de uzun tatilleri iple çekmek.

*** Avrupa liglerinin derbilerini izlemek. Taraf tutmadan her gole sevinmek. Ama içten içe güçsüz takımı tutmak ve onun gollerine daha çok sevinmek.

*** Her sene NBA'i takip edicem diyip unutmak ve hatta play-off ları kaçırmak.

*** İtalyanca öğrenmeye çalışmak ama hiç ilerletememek yine de vazgeçmemek. Kursa kayıt olup gitmemek.

*** Borsada küçük trade ler yapmak. Kazanınca mutlu olmak ama kayıp etmemek.

*** Bir sürü film toplamak ama hiç birini izlememek. Hep aynı filmleri tekrar tekrar izlemek.

*** Güzel ve kaliteli giysiler alınca mutlu olmak ama aynı giysileri indirimli fiyatlarını görünce mutsuz olmak sonra bedeni kalmadığını düşünerek kendini avutmak.

*** Aynı anda hiçbir zaman tek ayakkabı almakla yetinmemek hep 2 çitf almak. Ayakkabılıkta yer kalmaması ve kardeşle çatışmak.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Keşke (3)


Keşke, zaman makinası icat olsa.
Keşke, yemek yemek ortadan kalksa ve haplar olsa.
Keşke, kendi kendini temizleyen ve ütüleyen giysiler olsa.
Keşke, maçlar şifresiz olsa.
Keşke, cep telefonuna reklam mesajları gelmese.
Keşke, kaliteyi ucuza alabilsek. Hatta kalite bedava olsa.
Keşke, yaz tatillerinde Mars'a, kışları da Venüs'e gidebilsek.
Keşke, tadı güzel olan şeyler sağlığa zararlı olmasa.
Keşke, borsa hiç düşmese hep yükselse.
Keşke, 1 YTL= 10 $ ve 1 YTL= 7 € olsa.
Keşke, Türkiye'de en popüler spor curling olsa.
Keşke, briç ilkokuldan itibaren öğretilse.
Keşke, moleküler transportasyon olsa.
Keşke, karadeliklerin sırrı çözülse.
Keşke, petrol ve türevi enerjilere ihtiyaç olmasa.
Keşke, Heroes'da ki gibi herkesin 1 tane süper gücü olsa.
Keşke, bilgisayar virüsü, trojen ve spamları olmasa.
Keşke, tüm barajlar tam dolu olsa.
Keşke, metrobüs bizim evin önünden geçse.
Keşke, uçan arabalar icat olsa ve trafik sorun olmaktan çıksa.

NOT: Keşke ve Keşke (2) yazılarımın devamı.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Dua



İnsanın en mahrem anları Rabbi ile olan anlarıdır. En azından ben öyle düşünüyorum. Rabbin adını ister God, ister Yehova, ister Hürmüz, ister Buda, isterse de Allah olarak seç ve ona göre inan, sonuçta bir yaratılmış olarak Rabbin ile yalnız kalmakve ona maruzatını bildirmek istersin. Bu eyleme dua diyenler var. Bende öyle diyeceğim...

İnsan haricindeki varlıkların da kendi lisan-ı halleri ile dua ettikleri söylenir. Canlı ya da cansız her varlık kendini yaratan gücü takdis etmek adına ve en çokda yaratılmanın neticesi olarak bu dualarını arz ederler ama bu şuurlu bir eylem değildir.

Şuur sadece insana verilmiş bir nimet (ya da külfet bakış açısına göre değişir) tir. Şuurun yan etkisi ise ne kadar aciz olduğunu bilmektir. İnsan, sahip olduğu o devasa EGOya rağmen aslında ne kadar da acizdir ! Her acziyeti ile yüzyüze kaldığı zaman ise Rabbi'ne yakarmak ister.

Benim durumumda her yaradılan gibi aslında ama bir yandan da kendimi hep farklı hissetmişimdir. Fakat, benim farkım aslında hep ne kadar sıradan ve aciz olduğumun bilincinde olmamdan kaynaklanıyor. Bir ironi var bu noktada. Zira, insanlar o kadar kendilerini düşünür bir haldeler ki; sıradanlıklarının farkında değiller. Sanki, problemleri olan bir tek kendileri. Ya da sahip oldukları problemler sadece kendilerinde var. Ufacık beyinleri ile kendilerini küçücük problemlerine esir ediyorlar. Koskocaman evrende minnacık bir dünya inşa edip kendilerini ona hapsediyorlar.

İhtiyaçları olan ise sadece biraz dua. Sadece biraz Rableri ile başbaşa kalmak. Sadece hayatı sağlıklı değerlendirebilecekleri bir değer sistemi. Sadece küçücük bencil dünyaları üstüne değil varoluş amaçları üzerine kafa yormak. Sadece biraz empati ve tefekkür.

Herkesin hayatında kendince büyük sorunları ve huzursuzluk kaynakları vardır. Ben her zaman şöyle dua ederim:

"Allah'ım beni altından kalkamayacağım şeylerle muhattap etme."

ya da

"Allah'ım benim için hayırlı olmayacak isteklerimden beni koru"

Sonuçta sorunlarımı ve isteklerimi değelendirirken ve önem sırasına koyarken, bu perspektifin yararını görüyorum. Bu kendi çapımdaki inanç sistemimin ürünü olabilir ama aynı zamanda benim hayatla baş ederken kullandığım bir enstrüman.

Yoksa istediğim herşey için günün her saatini dua ile geçirmem gerekirdi. O kadar bitmez tükenmez isteklerim ve yine o kadar fazla kendimce büyük problemlerim (her insanda olduğu gibi) var ki; Allah'tan herşeyi istemeye utanırdım.

Lanetli bir zamanda yaşayan bir birey olarak, hayatım (yine hemen hemen herkesinki gibi) inanılmaz bir hızda geçiyor ve bu hız arasında bazen kontağı kapatıp farklı bir dünyanın insanı olmak ve herşeyi karşılıksız verenden bazen birşeyler istemek bazen de verdiklerine şükretmek müthiş bir rehabilitasyon sağlıyor.

Ne de olsa "duamız olmasa ne işe yarardık*" ki... !

* Kur'an dan bir ayet ama hangi süre bilemiyorum :-(

11 Aralık 2008 Perşembe

Bir Bayram (Tatil) Daha Geçti

Uzun sayılabilecek bir bayram tatili sonrasındayım. Amele olduğumdan Türkiye'nin önemli kısmı 9 gün tatil yaparken ben yarından itibaren çalışıyorum :(

Bu bayram son birkaç bayramdan farklı olarak biraz daha yoğun geçti. Ankara'dan dayımların gelmesi neticesinde büyük bir sıla-i rahim yoğunluğu yaşandı. Gelen giden, giden gelen derken evde sadece bugün kafa dinlemeye vakit buldum ki; bu benim için tatilin ta kendisi.

Sabah, havanın güneşli olmasının gazı ile biraz yürüş yapıp bir iki kitapçıya uğramak iyi geldi ama ipini koparmış teenage dediğim ne idüğü belirsiz ve zevkten mahrum yeni yetmelerle dolu sokaklardan dolayı eve dönme dürtüm çok çabuk depreşti. Gürültücü, fast foodla beslenen ve skinny jeans-converse giyen bu güruh resmen ortalığı zapt etmişti ve halâ gördüklerimin dehşetindeyim...

Evde sessiz sedasız bir günü yeni aldığım bir, iki dergi ve Amin Maalouf'un az sayıda okumadığım kitabı ile geçirdim. Meditasyon etkisi oldu ama ...!!

Ama yine bir "ama" var. Her tatil tekrar tekrar depreşen bu etrafımdakilerden bıkma usanma duygusu yine bana musallat oldu. 2 satır konuşabileceğim, birşeyler yaparken keyif aldığım insanların Atlantik'in öte yanında olmaları ve kalanlar ile de muhattap olmak istememem tatilleri benim için çok uzun hale getiriyor. Bir o yana bir bu yana deli danalar gibi koşan bir tip oldum resmen. Uzun zamandır ilkkez ameleliğimden çok şikayet etmeden işe dönmeyi istiyorum.

Fakat, bu tatiller yine gelecek ve ben yine bu duruma düşeceğim. Ne zamana kadar bu böyle devam eder acaba? Bir sonu var mı?

İnsanlara bakıyorum, abuk sabuk şeylerden keyif alıyorlar ya da en azından zaman geçirebiliyor. Mesela, ben 3 günde 2 kere sinemaya gittim ama daral geldi. "aa hadi bi sinemaya gidelim" demeyeli de uzun zaman oldu. Bunu diyenlere şaşırıyorum.

Ya da "bilmem nerde bir restoran var. Gidip melemen yiyelim" diyen kişilere de mal mal bakmakta bir beis görmüyorum.

Sonracığıma, "X cafe çok meşhur gidelim. bimem ne içelim" diyenlerle zaten işim olmaz.

Beni tek mutlu eden alternatif belki yurtdışı seyahat olabilirdi ama bunun içinde hem bütçe hem de partner konusu sorun yaratıyor. Bu krizde X avro harcamak işime gelmedi doğrusu. Aslında harcamaya değer bulmadım zira, gitsem yine kimse olmayacaktı yanımda ve bu durumda da bir yere gitmek o kadar keyifli olmuyor. Zaten albümlerim kendimi çektiğim fotolarla dolu. Fazlasına hacet yok.

Neyse, artık bi sonraki uzun tatile çok var. O zamana bişiler değişir belki...

3 Aralık 2008 Çarşamba

Hayatım ... ... ...


Bugün, aldığım soğuk neticesinde işe gitmeyince evde kaldım ve yine o ızdırap verici günlerden birini yaşadım. Geçmişi, bugünü ve geceleği bir biriyle alakasız aralıklarda değerlendirdim. Neydim, neyim, ne olacağım gibi özünde herhangi bir yarar sağlamayan sorularla zaten hastalık neticesinde kazan gibi şişmiş olan başımı meşgul ettim.


Uzun ve yıpratıcı günün sonunda ise şans eseri okuduğum bir dörtlük aslında ne olmak istediğimi ve ne olamadığımı hatırlattı bana.


Ayrılıp gitmişlerdi tâ gençlik çağlarında,

Topyekün bir dünya vardı ajandalarında;

Ve karar vermişlerdi kendi aralarında,

Gül bitireceklerdi her yerin bağlarında ! ...


Evet, (bir zamanlar) ben bir gün dünyayı değiştireceğime inanmıştım. En azından benim çabalarımda dünyanın değişmesine yardım edecekti. Bu tür takımın parçası olmak her türlü maddi getirinin ötesinde bir tatmin sağlayacaktı.


Ama ne ben dünyayı değiştirebildim ne de değiştiren takımın bir parçasıyım. 27 yıl sonra hâla başladığım yerin bir karış uzağında günlük dertlerle ve bir sürü kaygı ile yaşıyorum. En büyük korkum olan bu dünyaya bir çivi bile çakamamak korkusu bütün ruhumu kapladı.


Ne zaman sadece tüketen ve daha çok tüketmek isteyen biri oldum ben ??? Ben böyle biri olmak istemiyordum ki?

2 Aralık 2008 Salı

Deprosyanda Değilim, Stabilite İstiyorum


Bazen içimden dünyaya küsmek geliyor. Sabah yataktan kalkmadan saatlerce uyumak istiyorum. Kalktığımda da dünyada ki hiçbir konu ile ilgilenmeden beni tamamen soyutlayan tek başıma yapabileceğim şeylerle uğraşmak geliyor içimden.

Etrafıma bir koza örüp içinde yaşlanmak ve ölmek fena olmazdı hani. Çünkü bakıyorum da, beni mutsuz eden ve üzen şeyler aslında benimle alakası olmayan ya da random olarak bana musallat edilmiş şeyler. Halbuki, kendimi soyutlayabilsem ve sadece kendim olsam bu dertler kalmayacak. Hiç üzülmeyeceğim. Tabii, dezavantajı da olacak bu durumun. Küllüm rutin bir hayat demek bu. Ama benim hayatımın rutinini bozacak şeyler (genelde) kötü şeyler olduğundan istemiyorum onları. Rutine razıyım.

Ömrümün geri kalanının bugünüm gibi olmasından gayet mutluluk ve huzur duyacağım. Maalesef bu mümkün değil ! :-(