27 Kasım 2008 Perşembe

Bir Kucak Dolusu (?)


"Bir kucak dolusu ..." diye başlayan cümlelerin sonuna klişe olarak genelde "sevgi" gelir ya da "öpücük". İkisi de bir mâna teşkil etmeyen kalıp cümlelerdir. Ben ise "bir kucak dolusu keşke" diyeceğim.

Kendimle ilgili birçok şeyi eleştiririm. Eleştirilerimi bazen dışardan beni görenlerden dahi sert yaparım. İç dünyam sürekli bir otokritik halinde. Acayip yorucu biriyim. Kendim olmaya katlanamadığım o kadar çok zaman oluyor ki; artık bu durum kabak tadı verdi. Ama insan maalesef bundan kurtulamıyor.

Bugünün kendimden nefret etme menüsünde ise, hızlı ve beraberinde gereksiz yere çok konuşmam var.

Acayip sinir bozucu biri olmamın temelinde bu çok hızlı konuşma huyum var. Alelacele konuşmak benim için artık bir tarz mı oldu nedir bir türlü üstesinden gelemiyorum. İnsanların sordukları en ufak sorulara bile o kadar hızlı cevap veriyorum ki, cevaplarımın ne anlama geldiğini daha doğrusu anlatmak istediğimi ifade edip etmediğine nerdeyse hiç dikkat etmiyorum. Benimle konuşanın aklına "konuşuyoruz ama nece konuşuyoruz" diye eski bir şarkı repliğinin gelmemesi imkansız.

Acı veren durum ise bunun farkında olduğum halde bir türlü engelleyemem. Telaşlı ve panik biri olduğum havası yayıyorum etrafa. Halbuki alakası bile :( Kolay kolay heyecanlanmam bile. Tabii insan bu kadar hızlı konuşunca düşüncesizce şeyler de söylüyor ya da söyledikleri yanlış anlaşılabiliyor ki en çokta buna sinir oluyorum.

İnsan hızlı konuşunca bir de yan etki olarak çok konuşuyor galiba ya da ben de iki defo da birden var. Hem hızlı hem de çok konuşuyorum. Konuştuğum şeylerin çoğu ciddi şeyler olmuyor orası ayrı ama yine de muhataplarımı illallah ettirdiğimin de farkındayım.

Her dialoga başlarken kendime "az ve yavaş konuş" diye telkinlerde bulunuyorum bir süredir. Ama işe yaramıyor. Artık daha marjinal çözümlere girişmeliyim gibi. İlk aklıma gelen ağzıma demir bilyeler koymak. Daha önce denenmiş bir yöntem olduğundan güvenilir bir çözüm olabilir sanki. Bu şekilde kendimi de rezil etmekten ve gereksiz yere bayık bir tip olmaktan kurtulabilirim umarım. Bu çözüm, tüm sosyal ortamımı paylaştığım insanlara yapabileceğim en büyük iyilik olur sanırım :-(

20 Kasım 2008 Perşembe

Benim Dünyam 1 Tane



Her insanın kendi çapında dünyayı algılama tarzı vardır. Bu tarzı oluşturan etmenlerde herkesin genleri,yaşam standardları,aile ortamı vb. etkenlerden etkilenir. Dünyayı algılamalarımızdaki farklar bizi birbirimizden farklı kılar. Aynı yemeği yerken bile herkes yemeği farklı tarif edebilir. Bu çok doğaldır. Ya da en azından benim için doğal.

"Benim için..." diyorum çünkü insanlar o kadar bilinçsiz ki, kendisinden farklı bir algıyı, tarifi, tanımı ve düşünceyi öcü görmüş gibi algılıyorlar. Bu tür tiplerle karşılaşınca ve bu tipleri kantitatif olarak değerlendirdiğimde sayıları karşısında dehşete düşüyorum. Çoğu zaman da kendimin acayip olduğunu düşünüyorum.

Tamam ben çok kabul gören bir dünya görüşünü temsil etmiyorum ama o kadarda acayip değilim sanki. Eskiden bu duruma hiç tahammül edemezdim. Şimdi ise sadece boşveriyorum ya da boşvermeye çalışıyorum. Evet, bu durum benim etrafımda ukala olarak algılanmama neden oluyor ama umurumda değil.

Yeni yeni dünyayı ve insanları tanıdığım, kabuğumdan yeni çıktığım yıllarda çirkin ördek yavrusu muamelesi görmeye çok içerliyordum. Sonra zamanla aslında bunun bana karşı olmayan bir durum olduğunu anladım. İnsanın sosyal bir hayvan olmasından kaynaklı bir oluşumun kendine göre kuralları vardı ve kurallara uymayanlar "çirkin" oluveriyordu.

Biraz büyüdükten sonra bunun aslında ezik insanların ezikliklerini sosyalleşerek bastırma gayretleri olduğunu farkettim. Huzur o an buldum aslında :)

Lisede başladı bu tiplerle karşılaşmam. Mesela, adam anadolu'dan kopmuş gelmiş ama her hafta operaya gidiyor. Tamam gitsin ama gelip niye bize anlatıyorsun Bana ne? Adam hayatında hatlı otobüsün olduğu şehri hiç görmemiş mesela gelip bana Pier Loti'nin manzarasını yorumluyor. Töbe töbe ... Bunlar futbol oynamayı severlerdi ilk başlarda sonradan futbol avâm sporu oluverirdi. "Tenis oynayalım" diyenler de çıkardı içlerinden. Ya sabır...

Bunları lisede bıraktım diye sevinerek, mutluluk içinde üniversiteye gittiğimde durumun aynen devam ettiğini gördüm ve resmen hayata küstüm. Aynı tipler, aynı tripler sadece TC kimlik no'ları değişmiş olarak karşımdalardı. Bunun bir tesadüf olamayacağını bilecek kadar temel istatistik bilgisine sahip biri olarak mevcut durumun üstüne düşündüm. Yapabileceğim birşey yoktu. 3 yıllık mücadele sonunda kimseye etki edememiş biri olarak tekrar yeldeğirmenlerine karşı bir misyon benimseyip insanlarla uğraşacak değildim. Hele ki, bu insanlar cahilliklerinin ve çapsızlıklarını bastırmak için öngürelemez ve etik değerlere ters hareketlerde bulunuyorlarsa !

Kendi içime kapandım. Çok az ve sınırları net olan dostluklar edindim. Hiçbir zaman futbolu, çiğköfteyi, kulağıma ne hoş geliyorsa onu dinlemeyi, geyik yapmayı sevmekten utanmadım. Suşiden, klasik müzikten, operadan, kişisel gelişim kitaplarından nefret ettim. Entel/dantel görünmek gibi bir kaygım olmadı ama böyle görünenleri (özenle) mor edecek kültürel birikimi edindim. İnsanların hayallerini kurmaktan bile korktukları şeyleri yapmaktan ya da en azından yapmaya çalışmaktanda korkmadım. Ama gidip bunları reklâm da etmedim. Bunların kullanarak popülasyon içinde sosyal statü edinmeye hiç ihtiyaç duymadım.

Şimdi görüyorum ki, doğru yapmışım ve iyi ki de böyle yapmışım. Deryalar içinde bir zerre olmaktan kurtuldum. Herhangi biri farkında mı bilmiyorum ama ben kesinlikle kendimi farklı ve özel hissediyorum. Benim kimseye kabul ettirmek zorunda olmadığım bir dünyam var ve biliyorumki bu dünyaya sahip olmak çok az kişiye nasip olur.

Belki de şizofrenimdir? Ya da narsist? Ama olsun :)

10 Kasım 2008 Pazartesi

"O"na Mektup


Bu aralar sık sık aklıma geliyorsun. Senin en çok neyini seviyorum diye düşünüyorum.

Bana baktığında gözlerinindeki ışıltıyı seviyorum. Her seferinde, parlayan bir çift göz... Benim adeta varlık sebebim olan bir çift...

Nasılda güzel bakıyorsun !

Bana her baktığında kendimi önemli hissettiriyorsun. Bana, her baktığında benim için zaman duruyor. Bana, her baktığımda tekrar tekrar benim olduğun için şükrediyorum. Bana, hiç durmadan böyle bakmanı sağlamak için hayatımdan neleri feda edebileceğimi bir bilsen.

Sonra... Sana bakmayı seviyorum. Sana baktığımda içime dolan umudu seviyorum. Senin de, benim gözlerimin içindekilerini farkettiğini bilmeyi seviyorum. Ben, söylemesemde ne düşündüğümü bilmeni seviyorum. Seninle, geçirdiğim zamanın hiç bitmemesi için gayretlerini seviyorum. Gereksiz ve saçma konularda bile olsa konuştuğumuz herşeyi seviyorum ama en çok seninle konuşabilmeyi seviyorum.

Hayatındaki en önemli şey olmayı ama daha çokkkk hayatımdaki en önemli şey olmanı seviyorum.

Adımı söylemeni seviyorum. Adımı da en çok senden duyduğumda seviyorum zaten. Senin adını söylemeyi seviyorum. Kızacağını bilerek sataşmayı seviyorum ama bıkmadan usanmadan hep aynı şeylere kızmanı daha çok seviyorum.

Her sabah kalktığımda ilk seni düşünmeyi ve yanıbaşımda bulmayı seviyorum.

Senin için birşeyler almayı ve aldığım şeyleri beğenmeni seviyorum. Ama küçük şeylerle mutlu olmanı daha çok seviyorum.

Seni en çok bu dünyanın değil öbür dünyanın insanı olduğun için seviyorum.

ve biliyorum ki;

Sen varsın ve bir gün seni bulacağım. Umarım beni çok bekletmezsin.

7 Kasım 2008 Cuma

Yurdumdan Haberler


Türk insanının sosyalleştiği ortamlar vardır. Bu sosyalleşme ortamlarında haremlik ve selamlık kültürü yaygın olarak uygulanır. Bizde bütün kastırmalara rağmen bar ve cafe kültürü Batı'da ki gibi oturmamıştır. Kendimi cafe de bir kızla tanışmaya çalışırken hayal bile edemiyorum. En iyi ihtimalle kafama çanta yerim herhalde :P Bar kültürü ise nerdeyse hiç yok. Tabii bunu derken genelleme yapıyorum ve kıyas noktam Batı standardları. Yoksa 10 yıl önceki yurdum insanı ile kıyaslamıyorum. Son dönemlerde bizde de Batı'ya öykünme ve çakma bir sosyalleşme/eğlence anlayışı oluştu.

Haremlik-selamlık konusuna dönersem, mesela, kadınlar düzenledikleri "gün"lerle kaynaşırlar. Ya da kadın matineleri vardı bir dönem. O tür ortamlarda sevgi pıtırcıkları olurlardı. Sonra, küçük dernekler, vakıflar ve partilerin kadın kolları da önemli geyiksel ortamlardır. Buna ilave edilecek ortamlar da vardır ama aklıma gelmiyor şu an.

Kadınların sosyalleştiği gibi erkeklerin sosyalleştiği ortamları da sayayım bari. En önemlisi kahveler. "Kıraathane" derlermiş eskiden ama bu artık manasız. Zira, kıraat okumak demek. Kahvelerde okunan tek şey arkadalarında çıplak kadın resimleri olan gazeteler :P Bu ortamlarda tecrübem yok ama kuvvetli gözlemlerim var. Dünyayı ve Türkiye'yi kurtaran işsiz güçsz insanların buluşma noktalarıdır bu mekânlar. Her türlü çapsızlık diz boyudur.

Ama ben yurdumun insanın nabzını hep berberlerde tutarım. Sokaktaki vatandaşın kahve hariç en çok gittiği sosyal ortamlar berberlerdir. Mesela bir berberin önünden akşam saatleri geçilirse içerisinin her daim kalabalık olduğu görülür. Nedeni ise, milletin o ortamı resmen geyiksel aktivite mecrası olarak kullanmasıdır. Kahvelerden farklı olarak her türlü insan gelir berbere. Zira, fizyoloik bir ihtiyaçtır saçları kestirmek ya da en azından şekil vermek. Ama benim için bu berber ortamı resmen sokaktaki vatandaşın nabzını tutma fırsatı veriyor. Son berber maceramda bu çerçevede geçti. Yurdum insanın en enteresan özelliğini birkez daha anladım. Her konuda bilgisi olmadan fikri olan bir yığın var bu ülkede. Adama sorsan en son okuduğu kitap "Cin Ali top oynuyor"dur ama sor Obama'nın başkanlığının yansımalarından FB'nin Arsenal maçında alacağı sonuca, ordan Ergenekon'dan ekonomik krize kadar her mevzuya dair fikri vardır. Adama iki kelime edersin sonra ya adam sana gıcık olur ya da "abi" demeye başlar :) Ortası yoktur.

Bu profil analizinden sonra gelelim, yurdumun son durumuna:

İlk olarak, piyasa ayvayı yemiş. İşsizlik ve işsizlik korkusu iç içe geçmiş ve büyük bir sorun olmuş durumda. Her an trajik bir hale gelebilir. Sokaktaki vatandaş korku içinde bekliyor.

Sonrasında, artık doğan grubu medyası maymun olmuş durumda. İnanan çok az insan var bu gruba. Kimse ciddeye almıyor. Herkes artık gündemin ne olduğunu aşağı yukarı farketmiş durumda. Manipülasyonlar artık eskisi kadar etkili değil. Tabii, tamamen etkisiz demek doğru değil ama 28 şubatı bizzat hatırladığımı düşünürsek aradaki fark muazzam.

İktidar da yıpranmış belli. Ama başka bir sorun var. Alternatif kim olacak sorusuna cevap veren yok. "Bunlar hiç olmazsa çalışıyor" fikri hakim.

Metrobüs çok seviliyor. Medyaya yansıyanın dışında bir haberde bu. Ben çok alakadar değildim ama fikir edinmiş oldum.

FB li olmak acayip ızdırap verici. Gelen geçenin maskarası olunmuş durumda. Ama napalım aşk böle bişi katlanıyoruz. Acıların çocuğu olduk resmen :-(

1.5 saatlik berber izlenimlerim bu şekildeydi. Sonuç itibari ile genel nabzın ölçülmesi güzeldi ama hem beklemek hem de traş olmak hiç eğlenceli değildi.

4 Kasım 2008 Salı

Özlüyorum





Pécs'i çok özlüyorum. Bugünlerde daha sık aklıma gelir oldu. Hayatımın en eğitici, eğlenceli, tasasız ve süprizlerle dolu bölümünü yaşadığım yerdi Pécs. İnsanın içinde hicran yaratan olaylar, yerler, kokular ve şarkılar vardır. Pécs'i hatırlamak bende böyle duygular yaratıyor.

Bugün yine, Citrom Utca, Szechenyi Tér, Falsomalom Utca'yı hatırladım. Villâny anılarım depreşti. Pizza partilerinin zevki bir başkaydı. Durup dururken aklıma geliyorlar. Çok güzel günlerdi.... İçimdeki hüzün mü, keyif mi tam tarif edemiyorum. Tekrar oralarda olmak isitiyorum. Evimin penceresinden manzarayı seyretmek istiyorum. Tekrar, İstanbul'u özlemek istiyorum. Ama biliyorum ki; oralara gitsem bile herşey değişik olacak. Çünkü, mekânlar aynı bile olsa insanlar değişti. Orayı keyifli hale getiren Asaf, Tomoko, Bea,Brigi,Frida,Anan, Juji, Peter olmayacak tekrar.

Bütün o insanları da çok özlüyorum. Belki kısa süre kaldığım ve sadece güzel şeyler başıma geldiği için bu şekilde hissediyorum. Fakat, bu hissettiklerim 100000 yıl geçsede hiç değişmeyecek. Hayatımın bu en güzel ve özel dönemini tekrar yaşamak isteği ise hep arayacağım bir şey olacak.

3 Kasım 2008 Pazartesi

Gitmek Üzerine 1000000. Söz



Ağızlara pelesenk bir tabi bu "gitmek". Nedir ki? Nasıl olur ki? Kim yapmış ki? Kim yapmalı ki?

Şimdi iğrençliğe kaçmadan biraz felsefe yapıcam. Huyum kurusun :(

Gitmek zor bir o kadar gerekli bir aksiyon bence. İnsanın bazen random olarak kendine verilen hayatın iyi ve kötü yönlerini görebilmesi için yalnız kalması gerekir. "Gitmek" bu yalnızlık fırsatını sağlar insana. "Tebdil-i mekanda hayır vardır" demiş atalarımız ki; nadiren o yüce insanların yanıldığını görmüşümdür.

Ama giderken nereye gittiğinde önemli ne için gittiğinde. Beklentileri minimum gidişler olmalı ve mutlaka dönülmeli. Unutmak için değil keşfetmek için gidilmeli. Zira, insan herşeyi yeterince zaman olduğunda unutur ama keşfetmek için özel şartlar gerekir.

Bizim kültürümüzde "gitmek" çok zordur. Sanki dünyaya kazık çakacakmışız gibi koca koca bağlantılarımız vardır sosyal çevremize ama ben gördüm ki; insan gittiğinde sadece zincirlerini kayıp ediyor ve diğer kayıp etmekten korktuğu şeyler yerlerinde duruyor. Eğer yerlerinde durmuyorsa eğer zaten kayıp etmekten korkmaya da değmez şeylerdir.

Keşke, herkes gidebilse ve edindiği tecrübe ile dönse. Hayata ve çevresine bakışının nasıl değiştiğini gördüğünde şaşırsa. Bir sürü anı biriktirse ve çoluğuna çocuğuna anlatsa ama en önemlisi kendini bulsa. Farklı olsa. Fark yaratsa. Fark yaratacaklara ilham olabilse.

2 Kasım 2008 Pazar

Briç Faciası


Şimdi efenim, ben bu briç olayına 3-4 sene evvel girdim. Aslına bakarsam, çok geç girmişim. Keşke, üni zamanlarında girmiş olaydımda şimdi master olabilirdim belki. İşle birlikte çok zaman ayıramadığımdan da bir türlü geliştiremiyorum. Gerçi, internette oynadığım zamanlar çok daha iyi onayabiliyorum. İşin sadece matematiğine hakim olmak benim beyin fonksiyonlarıma oldukça uygun. Ama, masada oynamak çok farklı. Dış etkenler, matematik algımı etkiliyor. Bir de, briç her ne kadar beyefendi-hanımefendi sporu olsada terbiyesizler ve hilekârlar olabiliyor.

Herneyse...

Efenim, biz bu hafta Cumhuriyet Turnuvasına katıldık. Hayatımda ilk kez bu büyüklükte bir turnuvaya katıldım. Maalesef ümitlerimin ve beklentilerim çok gerisinde kalan bir performans gösterdik ekip olarak. İlk turda elendik maalesef :-( Özellikle başlangıç roundlarında büyük heyecan yaptım. Neden oldu anlamadım ama bir kaç irrasyonel deklarasyon bizi faciaya sürükledi. 2. bölümde şahaser savunmalarım ve ilham verici ellerim olmasına karşın bu seferde ortağım su koyverdi :) Böylelikle ilk bölümde ben ikinicisinde onun hatalarıyla elenmiş olduk. Ama eğlenceli bir gün oldu. Bir o kadarda uzun ve yorucuydu. Taaaa Tuzla'da yapıldı organizasyon ve dönüşte gece vakti boğaz trafiği vardı. İnanması zor ama gerçek :S