2 Haziran 2008 Pazartesi

İtiraf



Hani insanın başkalarına söyleyemeyeceği sırları vardır. Sır dediysem utançtan dolayı söyleyememek değil (çok şükür böyle bir sorunum hiç olmadı ve Allah olmasını nasip etmesin) söylediğinde anlaşılamamaktan korktuğu için söyleyememek. Kendisi için çok değerli bir elmas taşın başkalarınca cam parçası olarak algılanmasından korkmak bu.
Benim hiç büyük hırslarım olmadı. Yapmak istediğim birçok şeyin de aslında bana getireceği maddi kazanç ya da sosyal statü ile alakası yoktu. Ben sadece kendi dünya görüşümü anlatmak istedim. Beni dinledikçe benim sahip olduklarımdan faydalanacaklarını umdum. Çünkü, bir sürü ızdırap yaşıyor insanlar. Dert, tasa ve korku içinde ömürleri geçiyor. Bunların nedeni herkes için farklı. Kimisi maddi, kimisi manevi kimisi ise sadece çapsızlık. Hâlbuki, benim hiç böyle endişelerim olmadı. Hayatı hep neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirdim. Ama en önemlisi sonuçları değiştirecek yegâne güce iman ettim. Nasılsa herşeyi yaradan nedenleri ve sonuçları da yaratmadı mı?
Buna rağmen benim için bu kadar basit olan hadise neden diğerleri için bu kadar basit değil? İşte bu noktada da hep şükrediyorum. Bunu anlayabilmiş ve bir miktarda hazmedebilmiş olmak hayatın üstüme yüklediği yükü büyük ölçüde hafifletiyor. Bildik literatürde buna "kadere iman" diyorlar. Ondan benim derdim, tasam ve korkularım çok az.
Dertlerimin, tasalarımın ve korkularımın nedenleri ise birçoklarından farklı. Bazen insanlar diyor ki; "bu olaya nasıl dayanıyorsun?". Ama o bahsettiği şey benim için dayanılan birşey değil ki zaten. Yaşayarak içinden geçip gittiğim birşey sadece. Bazen de birini görüyorum kendinden geçmiş adeta paralıyor kendini. Nedenini anlattığında ise içimde en ufak bir teselli etme dürtüsü uyanmıyor. Hattâ çoğu zaman o kişi için üzülmüyorum bile. Ben, fıtri olarak kendini geliştirme fırsatı olarak değerlendireceğim şeyi, o kişi "neden benim başıma geldi?" şeklinde değerlendiriyor.
Bunları söylerken çok önemli birşeyi kabul etmem gerek. Hayat benim için gerçekten kolay. Zirâ, Allah o kadar çok lütuf vermiş ki bana... Bunların TL, $ veya € cinsinden bir değeri yok belki. Dışarıdan bakanlar için maddi açıdan çok da fazla özenilecek bir hayatım yok. Ama yaşadığım hayatı fıtratıma uygun olarak ve tahammülüm zorlamayacak şekilde yaşamama izin veriyor bana verilenler. Zaten hep şunun için dua ediyorum:

"Allah'ım bana altından kalkamayacağım bir yük yükleme ve bununla beni imtihan etme !"

Bu yaklaşımım ise bir başka halis daire ortaya çıkarıyor. Çünkü, bu şekilde dua etmişken başıma geleceklerden hiçbir şekilde korkmuyorum. Gelmişse altından kalkabileceğim için gelmiştir. Eğer altından kalkabileceksem başıma gelen olsa olsa bir fırsattır. Beni yıkamayan engel beni güçlendirir. Güçlenen ben daha dayanıklı olur.

Peki böyle olmanın ne zararı var? Bazı, zararları var. Çünkü bu yaklaşım çok analitik. Duygu ve tutkudan yoksun. Bu da beni robotlaştırıyor. Beni yakından tanıyanların bana yaptıkları en büyük sitem işte bu. ÇOK DUYGUSUZMUŞUM.

Peki bu yazının neresinde itiraf var?

Ben standard insanlarla aynı frekanslarla algılamıyorum hayatı (Bu bir ukâlalık nidâsı değil. Daha yüksek ve ileri bir frekansı kastetmiyorum asla. Sadece farklı.). Duygu ve düşünce dünyam farklı ve tamamen kendime ait. Büyük işçilikle ilmek ilmek inşaâ ettiğim bir dünya bu. Sanıldığı gibi duygusuz da değilim. Benim de bâm telim var tabii. Düşünce dünyam herkese açık. Paylaştıkça mutlu olduğum fikirlerim, yine paylaştıkça gelişiyor. Ama duygu dünyamı anlatmak mümkün değil. Nasıl hissettiğimi bir tek ben bilebileceğim. İtirafım ise: dünyayı benim gibi algılayan insanların etrafında olmak istiyorum artık. Hep aynı şeylerin peşinde koşan, ufuklara gözlerini dikemeyen miyop ruhların arasında sıkışmaktan bıktım. Düşüncelerimi ve duygularımı anlatmasam da anlayacak insanlar istiyorum.

Çok şey mi istiyorum? Ya da bunları istemek için yanlış zaman mı?

Hiç yorum yok: