
Herkesin dünya da geçirdiği zaman dilimi faklı uzunluklarda. Bu zamana yaşam diyoruz ve değişik zamanlarda bu dünyaya gelip gidiyoruz. Halbuki, gerçekten yaşamak nedir diye kaçımız düşünüyoruz acaba?
Ben, dünyaya gönderilme şartlarımın çok dışına çıkamadığımı ve bu şartları yeterince geliştiremediğime dair bir vehme sahibim. İçimdeki geleceğe dair duyduğum ümit her sene biraz daha azalıyor. Bana bahşedilenle yetinir hale gelmeye başladım. Gerçi, oldum olası yaşamı tribünden izleyen biri olmuşumdur. Sahaya inmek için sergilediğim birkaç cılız çabada da hüsran uğrayınca hemen vazgeçip tekrar tribündeki yerimi aldım.
Bana öngürülen gibi yaşamak aslında en kolayı. Risk almak ve istediğin neyse onun peşinden koşmak ise zor olan. Aslında benim çekindiğim peşinden koşarken çekeceğim sıkıntılar ve harcayacağım efor değil. Sonucunda uğrama ihtimalim olan hayal kırıklığı. 3 ihtimalli bir maçta, ben hep beraberliğe oynamayı tercih ediyorum. Halbuki kazanmak ya da kayıp etmek de oyunun parçası.
Etrafıma baktığımda herkesin birşeylerin peşinde koştuğunu ve çabaladığını görüyorum. Benim ise tek yaptığım öylesine yaşamak. Heyecanla elde etmek için gayret ettiğim bir amaç, nesne ya da herhangi birşey yok. Sadece, bana dokunmayan yılanın bin yaşaması için duacıyım o kadar. Hayat felsefem de bu tutumla uyuşmaya başladı. Azıcık aşım ağrısız başım triplerindeyim bu aralar.
Bir iddaya sahip olmak isterdim. Bu sayede yaşamın içine girip şartları zorlayıp fark yaratabilirdim sanıyorum ama yok işte. O heyecandan eser yok. O hep korktuğum öylesine yaşayanlardan olmama ramak kaldı.
Aslında,yaşamı hayata dönüştüren şeyin Allah ile kurulan ilişki olduğunu düşünüyorum. Biraz iyimser de olsa bu anlamda hayatım oldunuğuna da inanıyorum. Dünyaya gönderilme nedenimle barışık bir hayat pratiğini sahiplenmiş durumdayım. Zaman zaman tüm yaratılmışlarda olduğu gibi falsolarım oluyor bunu da itiraf etmem gerekir ama zaten kul olmak hata edip af dilemek değil mi? Zaten, beni hayatta tutan şey de sahip olduğum bu inanç.