14 Haziran 2009 Pazar

Ölüm Üzerine Mütalaa


Benim zaman zaman etrafımdaki herkesten acayip derece farklı olduğumu hissettiren fikirlerim vardır. Ne zaman bunlardan herhangi birini aynı sosyal ortamı paylaştığım bir insanla konuşsam acayip tepkiler alıyorum. Benim için gayet normal bir düşünce yapısının ürünü olan fikirler etrafımdaki insanlar için oldukça marjinal karşılanıyorlar. Zaten, artık bunları paylaşacak çokta insan etrafımda bulundurmuyorum. Sırf bu garip tepkileri almamak için...

Ölüm konusu da bu tür bir konu. Hayat benim için çok basit olay. Doğarsın, büyürsün, ölürsün. Hayat, yaratılış yolculuğunun bir durağı sadece. Yorucu, üzücü, sıkıntılı herşey aslında yolculuğun tamamını düşündüğünde çok kısa fasılalar. Tabii, bunu anlamak için farklı bir açıdan hayata bakmak gerekiyor. Öğretilen ve dikte edilen herşeyden zihnini arındırmak lazım. Ben bunu henüz tam olarak başaramasamda bir miktar mesafe kaydettiğime inanıyorum. Nasıl, hayata gelen biri için büyük bir şenlik düzenlemek ve sevinmek yersizse, ölen ve hayatı terkeden biri içinde kendini paralamak ve hırpalamak bir o kadar yersiz. Ne hayata gelmek, ne yaşadığın hayat ne de ölmek bizim kontrolümüzde olan süreçler değil.

Tabii, insan olmanın bir yan etkisi olarak ölen biri ile beraber sizinde bir parçanız ölüyor. Ne kadar da determinist biri olsanız da üzülmemezlik edemiyorsunuz ama bahsettiğim düşünce tarzı ile acıya karşı direnciniz artıyor. Birçokları için soğuk bir düşünce olan bu tarz aslında hayatı yaşanır kılan çok basit bir yaklaşım. Bence, mücize olan zaten hayatta kalmak ve yaşamaya devam edebilmek. Hergün uykudan uyanmak ve güne başlamak bile bir mucize iken ölümü sanki marjinal ve süpriz bir olay gibi karşılamak nedendir anlayamıyorum?

Eskiler, aile fertlerinin mezarlarını evlerinin bahçelerine veya çok yakınlarına yaparlarmış. Hayatla ölüm arası mesafeyi kısa tutmak diye ben buna derim. Biz ise ölümü hayatımızdan ve gündemimizden çıkardık ya da çıkarttırdılar.

Halbuki; binlerce insan hergün evlerinde saçma sapan işgaller, savaşlar veya deneyler yüzünden ölüyor. Ama biz bir kişinin ölümünü trajedi olarak nitelerken binlerin ölümünü istatistik olarak değerlendiriyoruz. Bir yakınını kayıp eden insan bir ömür bunun ağırlığını hayatında hissederken binlerin ölümüne duyarsızlaşmak nasıl bir psikolojik çarpıklığın yan ürünüdür?

Aslında ölüm insana verilmiş en büyük lütuflardan biri. Hani Yaradan diyor ya "Hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır" diye. Ölüm bence bizim şer bildiğimiz hayırlardan biri. Çoğu zaman düşünüyorum da bu kadar çirkefin, adaletsizliğin, ahlâksızlığın olduğu ortamda inadına hayatta kalan milyarlar için ölümden daha güzel bir mükâfaat olabilir mi? Birgün öleceğini bilmese o milyarlar, dünyada ki kaos ne ölçüde olurdu?

Birgün öleceğini bilmesen hayat ne kadarda sıkıcı olurdu? Ya da ne zaman öleceğini bilsen ne kadar acınası bir hayat olurdu? Ölümü bu kadar gözümüze kötü gösteren şey acaba ölümün kendisi mi yoksa bizim hayatı ve yaşamı algılayış biçimimiz mi? Bunu bir düşünmek lazım kanımca.

Hiç yorum yok: