12 Haziran 2008 Perşembe

Vicdan Azabı


Büyük şehirde yaşamanın insanı insanlıktan çıkardığını düşünürüm her zaman. Doğma büyüme İstanbulluyum ama yine de özeleştiri yapmakta mahzur görmüyorum.
Dün akşam yolda yürürken yanıma yaklaşan ve tipi itibari ile hiç güven telkin etmeyen bir genç bana "bir şey söyleyebilir miyim?" dedi. Sanırım bir ayakkabıcı boyacısıydı ya da sokak çocuğu. Benim cevabımda otomatik olarak "söyleme !" demek oldu ve yoluma devam ettim. Ama bütün akşam bu olayı düşündüm. Aslında bu tür olaylar sık sık oluyor. Her zaman, dilenen veya biraz para isteyen biri sizi yolunuzdan çevirebiliyor. Alışkın olmam gerek bunlara. Ama alışamıyorum işte.
İtiraf ediyorum. Gençten korktum. Korkmamın sebebi çocuğun kendisi ve görüntüsü değildi. Yanında bulunan diğer bir gençti. İki kişi olmalarından ürktüm. Ama durup en azından ne söyleyeceğini dinleyemez miydim? Bu şekilde davranarak onu daha fazla çözümsüzlüğe itmedim mi ve kendini daha da değersiz hissettirmedim mi? Bir kaç lira vererek en azından o öğünlük açlığını dindiremez miydim? Ya da belki de para istemeyecekti. Sadece bir adres soracaktı ya da basitçe saati merak etmiş olamaz mı?
Büyük şehir ile ne alâkası var bunların peki? Alâkası aslında gayet basit. O kadar çok şey görüyor ve duyuyorsunuz ki hergün, artık kime nasıl güveneceğinizi tartamaz oluyor ve kendi kabuğunuza çekiliyorsunuz. Bu bir nefsi müdâfa mı yoksa duyarsızlık mı? Ben duyarsızlık olarak adlandırıyorum ama benim gibi bunu duyarsızlık olarak değerlendirenlerin iyi niyetlerinin bedellerini bazen malları bazen de canları ile ödemelerine ne demeliyim. Kafam kazan gibi oldu. Bir otokritik ve vicdan muhasebesiydi bu yaptığım. Maalesef, yine cevap bulamadım. Bir daha ki sefer biliyorum ki, korkularım vicdanım önüne yine geçecek ve yine yoluma devam edeceğim.
Peki, eğer herkes benim gibi düşünürse gerçekten biri zorda kalırsa ona nasıl ve kim yardımcı olacak?

4 yorum:

fersiz dedi ki...

Henüz bu duyarsızlaşma durumunda İstanbul'a yetişemedik ama benim de başıma böyle şeyler gelebiliyor özellikle bir şey satmaya çalışan çocuklarla.İstemiyorum canım der geçerim ama özellikle İstanbul çok daha değişik bir yer karşına ne çıkacağı belli değil aklında oluşan bütün sorular doğru ama cevaplarını ben de kestiremedim inan.Bir gün gerçekten yardıma ihtiyacı olan biri kimseyi bulamadığında aynı yalancı çoban hikayesi gibi olacak sanırım :(

Güllerevurgunum dedi ki...

:(
:(
:(

eskici dedi ki...

Aslında sizinki duyarsızlaşmaya gidebilecek bir nefsi müdafaa belki o kişiyi reddetmenizdeki sebep o anki ruhsal durumuzla alakalıydı. Seneler önce oğlum henüz 3 yaşında falandı sanırım, ablam, ben ve oğlum Maçka Parkında oturuyorduk bahar ayıydı yanılmıyorsam,elimizde pet şişede su vardı, o sırada üç çocuk yanımıza yanaştı 10-12 yaş arasında ve bizden içmekte olduğumuz suyu istediler; ben o anda koruma güdüsü ile çocukları tersledim ve çocuklar hiç bir terbiyesizlik etmeden uzaklaştılar ve ben o anda bittim tabii. Kısa bir duraksamadan ve şerit hızıyla ilerleyen vijdan muhasebesinden sonra çocuğumu ablama bırakarak çocukların peşinden gittim ve onları Küçük çiftlik lunaparkında buldum onlara seslenip yanıma çağırdım ve hemen ileride seyyar köfteciye götürdüm üçüne köfte ekmek ve su aldım. Yalnız içimi hala burkan o çocukların köfteye bakmadan suyu anında kafaya dikmeleri oldu ve bana onları çağırdığım anda ki söyledikleri söz abla bizi dövecek misin? demeleriydi. Uzun bir zaman kendime gelememiştim. Şimdi nerede olursa olsun bu tür insanlara elimden gelen yardımı yapmaya çalışıyorum ve hiçbirinden bir zarar görmedim şimdi yine Mersinde tanıdığım başı bozuk gibi duran insanlar var ama; ne yalan söyleyeyim çok güzel mantıklı konuşuyorlar ve çok ta saygılılar...

Güllerevurgunum dedi ki...

Çelişkiler içindeyim hala bu konu ile ilgili...