29 Aralık 2009 Salı
Hayatımda İzlediğim En Güzel Film: AVATAR
6 Aralık 2009 Pazar
Anlat Bakalım Paşam !
4 Aralık 2009 Cuma
Kitap Okur musun?
30 Kasım 2009 Pazartesi
Çok Değil 1-2 Kişi Sadece...........
26 Kasım 2009 Perşembe
PlayList
alanis morissette - utopia
David Gray - Babylon
3 Doors Down - Loser
Kansas City Shuffle Sound Track - Lucky number slevin
Tori Amos - Velvet Revolution
Toto Cotugno - Felicita
Placebo - A Friend In Need
Kusha Dogan - Nequelen
Kusha Dogan - Mu'min're Diyne're
Toto Cutugno - L'Italiano
Eros Ramazzotti - Laura Non Cé
21 Kasım 2009 Cumartesi
Seni Seviyorum
18 Kasım 2009 Çarşamba
Işık
Bu blogun amacı olan ben ve benim hissettiklerimle bu konunun alakasını kuracak olursam eğer; tanıdığım tüm insanlar içinde bu mücadeleyi en çetin veren insan olduğuma inanmamdır. Tabii ki mücadelenin içinde olmak, kendime karşı zaferler kazandığım anlamına gelmiyor (zaten bu kazandığında biten bir mücadele değil, tekrar ve tekrar baştan başlayan bir mücadele). Ayrıca zaten kazanamadığım bir mücadelenin reklamını yaparak kahramanlık taslamak gibi de bir niyetim yok. Bu mücadelenin bilincinde olmak beni kahraman değil olsa olsa şansız biri yapar zira, hayatı kendine zehir etmenin çok etkili bir yolu…
Fakat yaşıma göre uzun zamandır verdiğim bu mücadele tamamıyla da boşa yapılmış bir mücadele değil. Büyük buhranlar ve yıkımların ardından en azından hayatta ki amacımı bulmuş oldum. Kendime bile sürpriz olacak şekilde bu amacı bulmak ruhuma bir aydınlık verdi.
Şimdilerde tüm yüklerimden kurtulmuş hissediyorum kendimi. Birçoğunu kendimin ördüğü duvarların önce sıvaları döküldü ve çatlaklar oluştu. Çatlaklardan ışık girdikçe kalbim ve ruhum bu ışığa meftun oldu. Yer yer çatlakların büyümesi ile yarıklar oluştu ve duvarlar artık yıkılıyor. Ölümsüz olan gerçek ölümlü yalanın yerine tekrar (NFK) geçiyor ve ben varlık nedenimle barışıyorum. Şu an yüreğim bu düşüncenin yarattığı heyecanla pır pır ediyor. Derdim artıyor ama artan ve büyüyen bu dert aslında varlığım için yegane dermanı barındırdığı gibi başkalarına da derman olma potansiyeli barındırıyor.
Neden böyle bir lutfa mazhar olduğumu bilmiyorum ama her lutfun kendi cinsinden şükrü gerektirdiğini bildiğimden bu ışığı paylaşmak istiyorum.
Ama şu an da nasıl yaparım onu bilmiyorum. Belki henüz bunu bilme zamanım gelmemiştir ve biraz daha birikim yapmam gerekiyordur…Zaman gösterecek !
5 Kasım 2009 Perşembe
Sevgi
31 Ekim 2009 Cumartesi
Günah Çıkarma
18 Ekim 2009 Pazar
Bir dostum olsun istiyorum....
8 Ekim 2009 Perşembe
Yine Bilmiyorum ....
4 Ekim 2009 Pazar
Sultanahmet'de Starbucks
29 Eylül 2009 Salı
Son Osmanlıya Veda
11 Eylül 2009 Cuma
Ben de Modernim Ne olmuş ??
10 Eylül 2009 Perşembe
Kargaşadan Kurtarılması Gereken Kavramlar
Bu kargaşa içinde anlamlara sahip kelimelerin genelde politik, dini ve sosyal terimler olması ise başlı başına bu alanlarda son dönemlerde toplum olarak yaşanan teorisyen sıkıntımızın adetâ kanıtı. Hep söylediğim gibi bizim iyi mühendislerimiz ve bilim adamlarımız var ama sanatçı ve teorisyenlerimiz yok. Bu da toplum olarak medeniyet seviyemizin yükselmesini engelliyor ve teknik olarak ilerlemekle birlikte bunu destekleyen kültürel altyapıyı oluşturamıyoruz. Nitekim felsefesi ve ideali olmayan bir toplum haline dönüşmemizin ve netice itibari ile eklektik bir elitizm ile kroluk derecesinde bir köylülük arasına sıkışıp kaldık. Kendi sentezimizi yaratamıyoruz bir türlü.
En çok kavram kargaşası yaşadığımız kelimeler ise;
Millet ve milliyetçilik
Laiklik
Şeriat
Dindarlık
Alevilik
Türklük
Müslümanlık
Takiyye
Modernlik
Gericilik / İrtica
Demokrasi
Müttefiklik / Stratejik ortaklık
Atatürkçülük
9 Eylül 2009 Çarşamba
Tut Bizi Ey Oruç, Kıl Bizi Ey Namaz...Vıcık Vıcık Bir Ramazan
5 Eylül 2009 Cumartesi
İstanbul Sen Geceleri Daha Güzelsin
3 Eylül 2009 Perşembe
Anakronik Adam
16 Ağustos 2009 Pazar
Aya İrini'de 1 Avuç Türk Musıkişinas
13 Ağustos 2009 Perşembe
Özgürüm, Özgürsün, Özgür… Özgür müyüz acaba?
Bir sürü kavram üzerinde akıl almaz kargaşalıklar yaşayan bir dile sahibiz. Bu karkagaşalıklardan biri de bu özgürlük kavramıdır? Nasıl özgür olunur ve kimler olabilir? Hatta özgürlük nedir? Bu sorulara herkesin vereceği cevap o kadar farklıki…
Aslında özgürlük üzerine bize dayatılan bir kalıp var: istediğini istediğin zaman istediğin şekilde yapmak. Ama bunun genel çerçevesine baktığımda aslında sadece tüketmeyi hedefleyen bir dünya görüşünün idealleştirilmesi olduğunu görüyorum. Özetle ne kadar tüketebilirsen o kadar özgürsün !! (?) Fakat tüketmek için gerekli kaynakları elde etmek adına katlanman gereken modern köleleştirici kapitalist sisteme ne demeli??? Sabahın belli bir saatinde kalkıp belli bir saate kadar ve çoğu zaman bizi mutlu etmeyen ve hatta değer üretemediğimiz işlerde çalışmıyor muyuz? Daha çok tüketebilmek ve aslında ihtiyacımız olmayan şeyleri almak için ömrümüzün yarısını bu sisteme köle olarak harcamanın neresi özgürlük ki?
Kredi kartları reklamlarına baktığında bize mutlu insan figürü sunuluyor. Figürlerin tamamı ihtiyacını(?) parası olmadığı halde alabilen insanlar. Ama sonra o aldıklarının paralarını ödemek adına reel de ki insanların hali nicedir !!!
Ben buna gönüllü kölelik diyorum. Gönüllü olarak köle olmaya da hiç niyetim yok. Herşeye rağmen bu sisteme ve dayattıklarına muhalifim. Her zamanda öyle olacağım. Her ne kadar zaaflarım ve beni cezbeden tüketim kültürü ürünleri varsa da yine de sadece düşünmeden tüketen biri olmamaya gayret ediyorum.
Para kazanmanın en büyük hedef olduğu ya da kazandığın para miktarının yegane başarı kıstası olduğu bir düzene lanet olsun.
Ben yokum !
26 Temmuz 2009 Pazar
Günün Üzerine...
21 Temmuz 2009 Salı
Hayattaki "En"lerim
En herkese lazım şey; EMPATİ
8 Temmuz 2009 Çarşamba
J'ai été à Paris
Evet gördüm Paris'i de gördüm. Her ne kadar gezilecek ve görülecek yerler listemde bulunmasa da kardeşime verdiğim sözün gereği olarak Paris'e de gitmiş bulundum.
Aslında beklentilerimin ötesinde güzel bir şehirler karşılaştım. Tipik bir Batı Avrupa şehri ama çok büyük ve harika planlanmış bir şehir. Resmen turizm merkezi olması için ilmek ilmek dokunmuş. Çok az şehrin bir tarzı vardır ve Paris gerçekten tarzı olan bir şehir. Binaları özellikle hoşuma gitti. Tek düze yapılar ama ayrıntılarda farklılaşmışlar. Dışarıdan bakınca anlamak zor olan ayrıntılar... Balkonsuz evler ya da daha doğrusu Fransız balkonlu evler. Dümdüz ve geniş caddeler. Her köşe başında bulunan cafe ler.
Temiz bir şehir değil Paris. Hijyen ise kesinlikle Fransızlar için bir öncelik değil. Bir hayvan ile bir Fransız arasında hijyenik anlamda bir fark yok bence. Ama ulaşım şahane. Metrolarına ve otobüs hatlarına bayıldım. Her yere rahatlıkla metro ile gidilebilir. 500 metre de bir metro durağı var. Tabii içeri girince kayıp olmazsanız istediğiniz yere gidebilirsiniz orası da ayrı bir konu. Sanırım yerin üstündeki kadar altında da zaman geçirdik. Fiyatlar ise çılgın. Metro 1.60€. Aktarmalar ücretsiz ama yine de pahalı. Fakt metro en pahalı şey değil.
En pahalı şeyse su. En ucuz su 1.50€ dan başlıyor. Tabii içebilirseniz. Adamlarda market denen hadise çok az. Her şey turistik olduğundan fiyatlarda turistik! Market yok dedim ama bakkal var sanmayın. Merkezde bakkalda çok az var. Şehrin az dışında biraz daha sık bakkal bulmak mümkün ama fiyatlar çok eğlenceli. Bakkalı bulduğunuza bulacağınıza pişman olabilirsiniz. En ucuz şey taksi. İnanması zor ama taksiler binilebilir ve kesinlikle sizi dolandırmazlar.
Fakat Paris’te en çok ne hoşuma gitti diye soranlara verdiğim tek cevap var. Eiffel, Louver ya da Orsay değil. Şehrin muazzam güvenliği !! Harika bir güvenlik var. Turist sayısı şehrin nüfusundan fazla olunca sanırım bu bir gereklilik ama yine de insanlar gece 1’de rahatlıkla sokaklarda dolaşabiliyorlar. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor.
En gıcık olduğum ise hiçbir uyarının, ilanın ya da yönergenin İngilizcelerinin olmaması. Barselona ve Roma’da turistik şehirlerdi ve orada her şeyin İngilizcesi rahatlıkla bulunabiliyordu. Paris’te ise müzelerde bile İngilizce açıklama yok. Mağazadaki satıcılar bile İngilizce konuşmuyorlar. Resmen bu konuda bir mütabakat var gibi. Nefret ettim resmen. Biraz kasınca Fransızca ve İngilizcenin aynı kökenden gelmesinin avantajlarını zaman zaman kullandım ama hakikaten sinir bozucu bir olaydı.
200 yüzyıl önce kasabadan biraz büyük bir şehrin bu kadar kısa sürede 35 milyon yıllık ziyaretçi çeken bir yer olması çok şaşırtıcı bir ayrıntıydı benim açımdan. Louver ya da Eiffel ile ilgili olarak zaten google da milyon tane şey var. Ondan buraya izlenimlerimi aktarma gereği duymuyorum.
Yalnız Paris’i karış karış dolaştım. Daha doğrusu şehir merkezini dolaştım ve bu dolaşmalarımın çoğunu yürüyerek yaptım. Bunun sonucunda ayaklarım şişti. Sanırım bir daha ki sefere bir yeri bu kadar çok yürüyerek dolaşmayacağım. Yorulduğumu ancak akşam otele gidince anladığımdan 3 günün sonunda pestil olmuş buldum kendimi.
Herşeye rağmen tecrübe edilmesi gereken bir şehir olarak aklımda yer etti…
28 Haziran 2009 Pazar
Pazartesi Sendromu
27 Haziran 2009 Cumartesi
Buram Buram Anadolu- Adıyaman
14 Haziran 2009 Pazar
Ölüm Üzerine Mütalaa
9 Haziran 2009 Salı
Bir Zavallının Kendi İle İmtihanı
7 Haziran 2009 Pazar
Rutine Esir Olmak
3 Haziran 2009 Çarşamba
Türkçe Dünya Dili Olacak ! Demedi Demeyin...
23 Mayıs 2009 Cumartesi
Keşke Olmasaydı
14 Mayıs 2009 Perşembe
Esir Ruh
5 Mayıs 2009 Salı
Buram Buram Anadolu-Sivas
Yeni işim yüzünden mi desem vesilesi ile mi desem bir seyahat yoğunluğu yaşıyorum. Daha önce Anadolu ile ilgili herhangi bir tecrübesi olmayan BEN 2 haftada 5 şehir dolaşınca dumur olmuş haldeyim. Benim için Anadolu kavramı Ankara'ya kadar olan toprak parçası iken şimdi birçok şehir görmüş oldum.
Gelelim gördüklerimin bende bıraktığı izlenimlere...
Türkiye'nin o bahsedilen doğu-batı farkı kendini daha Sivas'ta hissettiriyor. Şehirin viraneliği ve geri kalmışlığını görünce cidden ağlayacaktım. 10 yıl kadar öncede kısa süreliğine uğramıştım oraya ama 10 yıl sonra uğrayıp herşeyin aynı olduğunu ve gelişmediğini görmek trajik bir tecrübe oldu. Daha kötüsü ise insanların bu "iyi hali" demesiydi :S
Şehir sözde 5 sene içinde bir gelişim kaydetmişti. Ama ben farkedemedim herhalde. Gerçi şehirde herkes o kadar futbola odaklanmış ki tek konuşulan konu Sivas spor ve onun şampiyonluk hayalleri. En azından iyi olan birşey var :)
Şehirde beni ilgilendiren en önemli şey olan ekonomik aktivite ise canlı değil. Sanayi neredeyse hiç yok. Sivas'tan çıkan ve Türkiye çapında ünlü olan herhangi bir sanayi kolu da olmaması sanırım neden Sivas'ın çok göç verdiğini açıklıyor. En önemli ekonomik hareketlilik kaynağı ise Cumhuriyet Üniversitesi. Gelen öğrenciler şehre hareketlilik kattığı gibi önemli bir ekonomik girdi sağlıyorum. Üniversite olmasa sanırım bir kasaba olurdu Sivas.
Şehirin herhangi bir güzelliğinden bahsetmek istiyorum ama bulamıyorum maalesef. Manzara bile İnsanı sıkna çorak dağlardan ibaret. Herhangi bir yeşillik göze çarpmıyor. Dağ taş o kadar. Sadece dünyaca ünlü Sivas kaplıcaları var ama orayı ziyaret edecek fırsatım olmadı. Sadece bahsi geçti muhabbet arasında.
Bir daha ki sefere K.Maraş'ı anlatıcam ama ne zaman yazabilirim Allah bilir...